İnsan Hayvanat Bahçelerinden Sosyal Medya Sirklerine: Kültürel İflasın Evrimi
Tarih, insanlığın utanç verici sayfalarıyla doludur.
Bugün bize akıl almaz gelen bazı uygulamalar, bir zamanlar “normal” sayılıyordu. İnsan hayvanat bahçeleri de bunlardan biri…
Batı’nın “uygarlık” söylemiyle çelişen, ama tam da bu söylemi meşrulaştırmak için kullanılan ticari bir sistemdi. 19. ve 20. yüzyıl boyunca Avrupalı güçler, sömürgelerden getirdikleri insanları egzotik hayvanlar gibi sergilediler.
Onları izleyen kalabalık, kendi “medeniyetini” onaylıyor, ırkçı üstünlük duygusunu pekiştiriyor ve bu gösterilerden zevk alıyordu.
Londra’daki Exeter Change’de, Hamburg’daki Carl Hagenbeck sergilerinde, 1889 Paris Dünya Fuarı’nda ve 1906 Bronx Hayvanat Bahçesi’nde teşhir edilen Afrikalılar, Samiler, Aborjinler ya da Ota Benga gibi Kongolu Pigmeler… Hepsi Batı’nın, kendi üstünlüğünü inşa etmek için ötekini aşağılamaktan çekinmediğinin kanıtlarıydı.
İnsanlık adına utanç verici bu olaylar, sadece teşhir edilen insanlar için değil, izleyenler açısından da acı bir gerçeği ortaya koyuyordu: Toplumlar, kendilerini başkalarının üzerinden tanımlama, ötekileştirerek var olma eğilimindeydi.
Bugün bu sergilerin fiziksel olarak devam ettiğini söyleyemeyiz. Ancak aynı mantığın dijital dünyada evrildiğini görmek mümkün. Sosyal medya, modern insanın “sosyal hayvanat bahçesi” oldu.
İçerik üretme ve izlenme çılgınlığı, adeta yeni bir tür “seyirlik insan” yarattı. Eskiden egzotik ve “ilkel” insanlar teşhir edilirken, bugün sosyal medya fenomenleri üzerinden benzer bir gösteri düzeni kuruluyor.
Bunun en bariz örneği, eğitimsiz, cahil ya da kendini bilmez insanların birer “şov unsuru” haline getirilmesi. TikTok’ta, YouTube’da veya Instagram’da, en absürt davranışları sergileyenler milyonlarca takipçiye ulaşabiliyor. Çünkü izleyenler, tıpkı 19. yüzyılda insan hayvanat bahçelerine gelen kalabalıklar gibi, bu içeriklerden kendilerini üstün hissetmenin hazzını alıyor.
Bir yanda savaşlar, göçler, ekonomik krizler, iklim felaketleri gibi derin sorunlarla boğuşan bir dünya var. Ama diğer yanda, hiçbir anlamı olmayan içeriklerin peşinden sürüklenen ve bunu büyük bir eğlence olarak gören kitleler… Tıpkı sömürge dönemindeki insan hayvanat bahçeleri gibi, bugünkü sosyal medya da büyük bir kültürel çöküşün yansıması.
Elbette bu mecralar yalnızca kötü içeriklerle dolu değil. Ancak kitlelerin eğilimleri, medyanın nasıl şekillendiğini belirliyor. Oysa bireyin yaşadığı topluma karşı sorumluluğu vardır. Uygar bir toplumun ferdi, çevresindeki çürümenin farkında olur ve bunu durdurmak için çaba gösterir. Çünkü aksi takdirde, bilginin ve bilinçli düşüncenin yerini gürültü ve gösteri aldığında, geçmişin utanç verici hatalarını yeni biçimlerde tekrarlamak kaçınılmaz olur.
Bugün sosyal medyada “tıklanma” ve “beğeni” uğruna insan onurunun nasıl hiçe sayıldığını izlerken, belki de kendimize şu soruyu sormalıyız: Acaba biz de seyirci olarak bu modern sirkin bir parçası mıyız?