Erzurum Cag Kebabının Başkenti Rotterdam
Hollanda’ya Türk işçi göçünün 60. Yılı ile ilgili çalışmalarımız sürerken, acılı öyküler yerine başarı öykülerini ön plana çıkartmayı hedefledik.
Başarı, altın tepside sunulan bir şey değil elbette, arkasında bıraktığı zorlukların, mücadelenin romanı yazılsa yeridir.
Özellikle kadınlarımızın başarı öyküleri çok çok önemli. Çünkü hiçbir savaş, dava, başarı kadının desteği olmandan mümkün değildir.
Anadolu kadını, anası ise dünyanın diğer milletlerinin kadınlarından, analarından daha vefakar, daha çileli, daha önde olduğu muhakkak. Bunu anlamak anlatmak için hiç de uzağa gitmeye gerek yok. Kurtuluş Savaşında cepheye mermi taşıyan kadınlar, erkeklerle omuz omuza cephede savaşan yine kadınlar. Bir iki örnek vermek gerekirse, Halide Edip Adıvar, Nene Hatun, Kara Fatma ve onlar gibi inanmış kadınlarımız, analarımız olmasaydı Kurtuluş Savaşı kazanılır mıydı.
Nene Hatun’un memleketi, iklimi sert insanı mert Erzurum’dan gelmiş Hollanda’ya Şenay Elibol Gür kardeşimiz.
Rotterdam’a Başkent( lik) yakışmış…
Rotterdam’da 30 yıldır gittiğim bir mekan olduğu için, hiç tereddütsüz, “ Cağ Kebabı bir ülke olsaydı, Başkenti Rotterdam’daki Başkent, cumhurbaşkanı da Şenay hanım olurdu” diyorum.
Haftanın 7 günü özellikle akşamları bu ülkeye ( Başkent Restoran’a ) girmek, yer bulmak için yoğunluğu anlatacak şu cümleyi buldum: İğne atsan yere düşmek için vize almak zorunda sanki. Yine de insanlar sabırla, şikayet etmeden dakikalarca bekliyor…
Şenay Elibol Gür hanım kardeşimiz göçün 60. Yılı için söyleşimizi kabul etti ve Cag Kebabının Başkent’inde bizleri Anadolu misafirperverliği ile ağırladı, dobra dobra cevap verdi sorduklarımıza.
“İlk okulu bitirdiğim 1976 senesiydi” diye başlıyor öyküsünü anlatmaya, Şenay hanım.
Hollanda’ya gelmiş gelmesine ama o zamanlar kız çocuklarının okutulması, hele de Hollanda gibi bir yerde uygun görülmemiş.
Bir hecelik ne bir sitem, ne bir kahır, ne bir kırgınlık var
Okuyamamış olması içinde uhde kaldığı belli olsa da o, büyükleri için tek bir sitem içeren kelime kullanmıyor, “ O zamanlar öyleymiş, onlar da büyüklerinden öyle görmüş. Ben de evlenene kadar annemle ev işleri, eksik olmayan misafirlere hizmet ederek, yemek yaparak zaman öyle geçti. Çok küçük yaşta evlendim. Henüz yaşım 16 idi” derken bir çok kadında gördüğümüz, pişmanlık, isyan yok sözlerinde…
Bardağın hep dolu tarafına bakmayı belki de bilmeden ilke edinmiş kendisine…
Ve o zamanlar şimdiki gibi evlenince hemen ayrı eve çıkmak ne kelime. Bir süre kayınvalide, kayınbiraderler kocaman bir aile olarak birlikte oturmuşlar.
Aha şimdi şikayet etmeye başlayacak diye geçiyor içimden ama nafile. Şenay hanım birlik ve berberliğin güzelliğinden, büyük aile olmanın, dayanışmanın, güzelliklerinden söz ediyor ve devam ediyor anlatmaya…
“Hayalim bir bakkal dükkanımın olmasıydı”
“ Aile bütçesine katkım olsun istiyordum ama bir fabrikaya girip çalışmamız uygun görülmediği için babama bana bir örgü makinesi almasını söyledim. Sağ olsun aldı. Evde kazak örerek aile bütçesine hatırı sayılır katkım oluyordu. Daha sonra hani şu gece lambalarının, abajurların başlıklarını yapmayı öğrenince gelirim iki katına çıktı. Siparişleri yetiştirmez olduk.
Ninemin Erzurum’da bir bakkal dükkanı vardı. Çocukluğumda hep benim de ninem gibi bir bakkal dükkanım olması büyük hayalimdi. Kayınbabamlardan kendi evimize çıkınca eşim Ekrem’e bir hayalimi söyledim. Biraz para da biriktirmiştim. Ekrem bey olumlu baktı. Bu konuşmamızdan kısa bir süre sonra hemen şu köşeyi dönünce ( Rotterdam Maashaven metro istasyonu karşısını tarif ediyor ) bir dükkan boşalmıştı. Aldık ve Başkent Market olarak uzun yıllar işlettik. Uzun yıllar diyorum ama bu süre içinde yan yana bir de fırın ve cafe’de açarak eşim, rahmetli Mürsel ağabeyim ortak işlettik.
1991 yılına geldiğimiz de ise şu anda halen hizmet veren Başkent Restoranı açtık.
Market, fırın, cafe, restoran derken Allah yürü ya kulum demiş ama.
Günde 16-18 saat çalıştığımız oluyordu. Hele hafta sonları düğünler olunca işler inanılmaz yoğunlaşmıştı. O zamanlar düğünler şimdi olduğu gibi değildi. Davetlilere ikram olarak genelde lahmacun ikram edilirdi. Bizler de hafta sonları siparişleri yetiştirebilmek için güneş doğmadan kalkardık. Fakat bu süreçte kağıt kürek işlerine dikkat etmeyi ihmal ettiğimiz için iflas etme noktasına geldik. Fırını ve marketi bırakmak zorunda kaldık. Kayınbiraderim rahmetli Mürsel ağabeyimle oturup kavgasız gürültüsüz otaklığımızı bitirdik. O cafeyi aldı bize de bu restoranı…
Tekrar bir gayretle düştüğümüz yerden kalkmak için yine geceli gündüzlü çalışmaya devam ettik. Ev yemekleri yapıyordum. İyi bir müşteri potansiyeli yakalamıştık. Bu civarda oturan Türk, Çinli, Faslı, Sürinameli başta olmak üzere onlarca değişik ulustan insanlar Cağ Kebabını, Türk Mutfağının yemeklerini çok sevdiler. Hatta diğer şehirlerden bile gelmeye başladılar. “
Son yıllarda oğulları Serdar ve Gökhan’ın da gayretleri ile Başkent Restoran’ın ünü, lezzetliyle cağ kebabı Hollanda sınırlarını çoktan aşmış durumda.
Bu başarıyı bu kadar aranan bir mekan olmayı neye borçlusunuz soruma Şenay hanım, “ Yavuz ağabey ben her zaman dürüstlükten , kaliteden, ödün vermemeye gayret gösterdim.
Çocuklarıma da bir anne olarak nasihatim şudur. Yalandan, haramdan ve faizden uzak durun, kalitenizden ödün vermeyin. Örneğin zaman zaman aradığımız eti bulamıyoruz. Ya da bizim aldığımız üründen daha ucuz diye kalitesiz ürünlere yönelmiyoruz. Kısa vade de belki üç-beş yüz euro kar edilebilir ama uzun vadede zararlı çıkarsın, müşteri ikinci kez gelmez. Bizim 25-30 yıllık müşterilerimiz var. Başka şehirden gelenler ne olur bizim oralara da bir şube açın diyorlar. 50-100 km uzaktan geliyorlar.”
Tam başka sorular sormak için hazırlanırken Şenay hanım, sözüne devam ediyor. “Bir de 96 yılında vergi dairesi ile yaşadığımız olay var ki anlatmadan olmaz”, diyor…
Vergi müfettişleri ile dişe diş pazarlık
“Bir gün aniden vergi memurları bastı restoranı. Kaçak işçi çalıştırıyormuşuz! O zamanın parası ile 125 bin Gülden ( 60 bin Euro ) civarında ceza yazdılar.
Araştırma ve mahkeme süreci devam ederken ben de bir temizlik firmasında işe girmek zorunda kaldım. O firma beni nereye gönderdi temizlik işine dersiniz, Vergi Dairesine. Bir süre sonra bu cezayı ödemek için beni anlaşmak için davet ettiler, gittim. Uzun süren konuşmalardan sonra haklı olduklarını, prosedürü pek iyi bilmediğimiz için böyle bir hataya düştüğümüzü söyledim. Yok illa bu parayı ödeyeceksin, taksitle öde vs anlaşma yolu arıyorlar. Sonunda dedim ki, bakın sayın memurlar, ben burada temizlik işi yapıyorum. Dükkanım kapandı gelirim yok diye sosyal ödenek alır, çalışmazdım. Sonra sizde mahkemenin gelirime giderime göre vereceği kararla ayda 10 gulden mi olur 20 gulden mi olur öderdim. Böylece Bir ömür boyu benden alacağınız toplam paranın toplamı 2-3 bin guldeni geçmezdi.
Ben dükkanımı geri açmak istiyorum, bunun kanunda bir yeri vardır. Siz bi düşünün bakın ben patronum ama gelip sizin ofislerinizi temizliyorum, arabam yok. Siz bana yardım eder dükkanımı açarsam hem borcumu öderim hem de işime devam eder insanlara faydam olur.
Bana, biz bir toplantı yapacağız ve seni son bir kez yine davet edip aldığımız kararı sana bildireceğiz” dediler.
Bir hafta kadar sonra davet geldi, gittim. Sözü uzatmayayım, bana dediler ki, “Sizin samimiyetinize inanıyor ve size güveniyoruz. Kestiğimiz 125 bin guldenlik cezayı da 3 bin 900 guldene indirdik”, dediler.
Dünyalar benim oldu ama dükkana malzeme alacak paramız bile yoktu. Teşekkür ettim ve vergi dairesi müfettişlerine, “ Ben bu parayı size şimdi ödeyemem şartlarım belli. Şu an temmuz ayındayız. Bana 5 ay süre verin yılbaşına kadar çalışıp toparlanalım” dedim.
Kabul ettiler, el sıkışıp tam kapıdan çıkacağım sırada aklıma geldi. “ Pardon şimdi aklıma geldi, ailemden borç alıp dükkana malzeme getirip götürmek için uygun bir araç alacağım. Siz şimdi bugün el sıkıştık yarın bu kadın bu arabayı nerden hangi parayla aldı diye sormayın” dedim…
İşte Yavuz bey ağabeyim Bu Başkent’in ikinci doğuşu 1996 yılıdır. O gün bugündür, buradan rızkımızı kazanıyoruz.
Peki vergi müfettişleri gelip gitmedi mi zaman zaman?…
Belki ilk başlarda gelip gitmişlerdir, normal kontroller dışında hiç görmedim. Fakat son 7 senedir yıllık rutin ziyaretlerini bile yapmıyorlar. O derece her şeyi kurallara uygun yapıyoruz.
İlk nesillerin yol gösterini yoktu ama sonraki nesiller için alt yapı hazırladılar
Söyleşi o kadar akıcı gidiyor ki, Şenay hanım soracaklarımızı önceden biliyor, tahmin ediyor gibi anlatmaya devam ediyor. Sorularımızın cevabını sormada veriyor adeta.
Şimdi eskisi gibi değil, ilk nesil bir amaç için buraya geldi, önlerinde yol gösterecek kimseler yoktu. Birkaç dönüm tarla, bir traktör parası kazanıp gitmek için geldiler. Ama şartlar onlara 60 yıldır burada kalmayı uygun gördü. Bizler birinci nesilden bir adım daha ileri gittik, buralarda yatırım yaptık. Şimdi gençlerimiz için iyi bir alt yapı oluştu. Her alanda çok başarılı gençlerimiz var. Okumuş, alt yapısı hazır. Yani başarılı olmamaları için hiçbir neden yok. Yalnız şu konu çok önemli. Bir anne olarak, baba olarak bizlere çok büyük sorumluluk düşüyor. Çocuklarımız ayakları üstünde durana kadar onların sağlığı, okulu, yiyecekleri her şeyi ile ilgilenmek zorundayız. Bakın bu semt özellikle gençler için tehlikelerle dolu, onlarca değişik milletten insanlar var. Anne baba çocukları ile ilgilenmez, onlara gerekli zamanı ayırmazsa başkaları ilgilenir. Hiçbir bahane çocukları ihmal etmek için sebep olamaz olmamalı.
Bir anneden, bir hanım ağadan kulaklara küpe olacak nasihat
“Şenay Hanım’ın oğulları Serdar ile Gökhan’ın anneleri ile yeri geldiğinde arkadaş, yeri geldiğinde anne-evlat, yeri geldiğinde “ Hanımağa” gibi davrandığına tanık olmamız Serdar ile Gökhan’ın başarılarında, kimi örnek aldıklarını da sormadan öğrenmiş oluyoruz.
“ Ben çocuklarıma az önce söylediğim gibi yalan söylememelerini, haramdan ve faizden uzak durmalarını nasihat ettim. Çok şükür bu nasihatimi da tuttuklarını görmek beni mutlu ediyor. Ayrıca hep söylediğim bir söz de, oğlum kendinizden bilgili, büyük, dürüst güzel şeyler öğrenebileceğiniz insanlarla oturup kalkın. Zamanınızı boş yere harcamayın, diyorum. Bir anne olarak söylediklerim özetle bu kadar. Fakat bir insan söylediklerini kendisi de yapıyor olmalı, çünkü çocuklar ne dediğine değil ne yaptığına bakarak anne ve babayı örnek alır.
Bir konuyu daha sormadan anlamış olduk, Gökhan’ın uluslararası ödül alması, gittiği şehirlerin valileri başta olmak üzere yerel yöneticileri ile dostluğunun temelinde anne nasihati ve öğretisi var.
Kadınlar kabuğuna çekilmesin, özgüvenlerini kaybetmesin yeter
Peki oğlunuz Serdar’ın bu kadar işleri arasında kurduğu vakıfla Türkiye’de okumaya aç, muhtaç çocukların eğitimlerine verdiği destek… Yapılan yardımların, yapılan iyiliklerin en hayorlısı hayırlısı veren eli alan elin görmemesi, alan el de veren eli görmemesi gerekir dediği için konuya fazla girmiyoruz.
Peki son bir soru Avrupa’da yani gurbette bir çok kadınlarımız var, hallerinden şikayet eden, çocukları ellerinde alınmış, mağdur sığınma evlerinde ne acılı hikayeler duyuryoruz; bir kadın, bir işveren, bir anne olarak kadınlarımıza mesajınız, nasihatınız var mı?
“Yavuz abi ben de bu konularda çok olumsuz şeyler duyuyorum, görüyorum, çok da üzülüyorum. Fakat ben kadın isterse hiçbir zorluk, şartlar kadına engel olamaz. Aile içinde bazı tartışmaları büyütmemek lazım. Eşleri yanlış yapabilir, yanlış yola sapabilir. Kadın önce hemen ayrılmak yuvayı yıkmayı düşünmek yerine nasıl idare eder yuvamı kurtarırım, eşimi bu yoldan döndürebilirim demeli.
Her kadın maddi olarak kimseye muhtaç olmadan yaşayabilir
Bir yuva kolay kurulmuyor. Yıkıcı değil yapıcı olmak lazım. Konu maddi ise işte burada söylemek istediğim şu. Şartlar ne olursa olsun eğer kadın ne istediğini, ne yapacağını biliyorsa hiç mağdur olmaz. Mesela bu restoranda bizden hariç 15 kişi çalışıyor. Buraya gelip çalışma şartları uygun olmayan kadınlarımız bütçelerine destek için evlerinde ev yemekleri yapabilirler. Eli ayağı tutan, ne istediğini bilen bu ülkede kimseye muhtaç olmadan, boyun eğmeden çok rahat yaşar.
Yine 30 yıldır tanıdığım Şenay hanımın eşi Ekrem bey de her zaman desteğini esirgememiş, bu söyleşiyi yaparken Ekrem bey başkentte değildi nerde olduğunu sorduk; tebessümle; “ Ekrem beyi emekli ettik. Zaman zaman buraya gelip bize yardım eder, Allah başımızdan eksik etmesin” diyor.
Hollanda’ya göçün 60. Yılı dolayısı ile yaptığımız programlar, çektiğimiz öyküler arasında Şenay hanımın öyküsünün olmaması büyük eksiklik olurdu. Haliyle 60 yıllık maratonu başarı koşanlardan biri olarak 60 yılın anısına NFL medya olarak madalyayı hak ediyordu.
Yoğun işleri dolayısı ile, hastalık, Hollanda, dışında olma durumlarından dolayı 8 Ocak 2025 tarihinde yaptığımız göç gösterisine gelemeyen bu özel insanları ziyaret edip madalyalarını takdim ediyoruz.
Böyle bir ziyaret esnasında Ekrem bey’e eşi Şenay hanımın madalyasını bizzat bizim adımıza kendisinin takdim etmesini rica ettik.
Yavuz Nufel diyor ki, son bir-iki cümle söylemeden olmaz
Bir anne olarak, bir eş olarak, 15-20 kişiye ekmek kapısı olan iş yeri ile, hiç mi şikayeti olmadı derseniz olmadı. Herkes gibi elbette onunda sıkıntıları, zor günleri olmuştur ama o bardağın dolu tarafına bakmaktan, ileriye dönük yapacağı işleri düşünmekten bardağın boş tarafına bakacak zamanı yok. Gurbetin acılı, ezik, arabesk insanı değil, başta da söylediğim gibi Erzurum’un yiğit anlarının Hollanda’da bir temsilcisi…
Yerli yersiz söylenen sözü yerli yerinde söylemenin tam zamanı: İyi ki varsın Şenay hanım kardeşimiz, Allah sayılarınızı artırsın.
Şimdi soruyorum Hollanda’da 60 yılın başarı öykülerinde böyle bir öyküyü, Yazmasam olur muydu hiç?
Bizde Şenay hanım kardeşimize ailesi ile sevdikleri ile uzun, sağlıklı bir ömür diliyor ve Başkent Restoran’ın yerine sığmadığını ve bu vesile ile kısa zaman sonra uzun kuyrukların olmayacağı bir mekan olarak büyütüldüğü müjdesini vermiş olalım.
Cağ kebabı hakkında: Cağ kebabı, oğlak veya kuzu etinden yapılan Türk mutfağında bir çeşit kebaptır. Geleneksel olarak Erzurum’un Oltu ilçesinde yapılan cağ kebabı, önceden terbiye edilmiş etin yatık bir şişe geçirilip odun ateşi üzerinde pişirilmesiyle hazırlanır. Cağ etlerin kesilirken dizildiği metal şişlerin adıdır.
Yavuz Nufel-NHaber.nl