Torosları özlediğimde elim ister istemez Cengiz Aytmatov’un kitaplarına gider. Kazak/Kırgız bozkırlarında esen rüzgâr, beni çocukluğumun yaylalarına taşır. Aytmatov, yalnızca bir yazar değil, aynı zamanda bir bilgedir. Kalemiyle insan ruhunun en derinlerine iner, insam doğası üzerine düşünmeye sevk eder. Onun eserleri içinde, belki de en sarsıcı olanı Gün Olur Asra Bedel dir .
Romanın bir bölümünde Aytmatov, hafızasız bırakılmış bir insanın, nasıl bir köleye dönüştüğünü anlatır: Mankurtlaşma… Tarihten koparılan, belleği silinen birey, artık sadece kendisine emredileni yapan bir figürdür. Kendi geçmişine, anılarına, kimliğine yabancılaşmış bir gölgeden farksızdır.
Nayman Ana’nın hikâyesi de işte tam burada başlar. Oğlunu savaşa gönderen Nayman Ana, onun öldüğünü düşünürken, bir gün juan juanların bir mankurtu deve çobanı yaptığını öğrenir. İçine düşen şüpheyle uzun bir yolculuğa çıkar ve sonunda oğlunu bulur. Ancak Colaman artık bir mankurttur; annesini hatırlamaz, kim olduğunu bilmez. Nayman Ana onu kurtarmaya çalışsa da, Colaman kendi annesini bir düşman gibi görerek okla öldürür.
Bu trajedi, aslında sadece bir bireyin değil, bir toplumun dramıdır. Tarihine sırtını dönen, geçmişini unutan toplumlar da birer mankurta dönüşür. Hafızasını yitiren gençlik, yönlendirilmesi kolay, sorgulamayan, kendisine biçilen rolü oynayan bir nesil haline gelir. Oysa milletleri ayakta tutan, anıtları yalnızca taş yığını olmaktan çıkaran şey, tarihinin ilerici unsurlarına sahip çıkmaktır.
Bugün, gençlerimizi eğitirken, onlara sadece meslek değil, kimlik kazandırmak zorundayız. Kendi tarihini, kültürünü, köklerini bilen bir gençlik, mankurtlaşmaz. Aksi halde, anıtlarımız bize yol gösteren birer ışık değil, unutulmuş bir geçmişin soğuk taşları haline gelir.
Mankurtlaşmamak için tarihimize ve uygarlık ideallerimize sahip çıkmalı, gençlerimizi unutmamaya, sorgulamaya ve mücadele etmeye teşvik etmeliyiz. Çünkü yönünü yitiren toplumlar, geçmişin ağırlığı altında kaybolmaya mahkûmdur.