Her geçen gün yeni bir ölüm haberiyle sarsılıyoruz. İnsan hayatının değersizleştiği bir dönemden geçiyoruz ve bu kayıplar ne yazık ki toplumsal bir karabasan gibi üzerimize çökmüş durumda. İhmaller, umursamazlık ve sorumluluk almaktan kaçış, bu karabasana zemin hazırlayan en büyük etkenler. Geride sadece can kayıpları değil, dağılan aileler, hüzün, isyan ve derin bir çaresizlik hissi kalıyor.
Bolu/Karakaya’daki otel yangını, bu duyguların en derin şekilde hissedildiği trajedilerden biri oldu. 78 yurttaşımızı, çoğu çocuk ve genç olmak üzere, kaybettik. Sayıyı duyduğunuzda adeta bir savaşta yaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Ama bu bir savaş değil. Tatile giden, güzel anılar biriktirmeyi hayal eden insanların diri diri yandığı bir felaket.
Bu yangında en çok can acıtan şeylerden biri, trajedinin ardından yaşanan sorumsuzluk. Kim suçlu? Kim bu ihmallerin bedelini ödeyecek? Tartışmalar sürüyor ama somut bir sonuç yok. Böylesi bir faciada bile kimin sorumlu olduğunun bile belirlenememesi, geldiğimiz noktanın en acı göstergesi.
Bu lakaytlık, bu kayıtsızlık bizi bir çıkmaza sürüklüyor. Kayıplarımızın ardından sadece üzülmekle yetinip “Kader!” diyerek susuyoruz. Oysa kader diye adlandırdığımız şeyin altında, yanlış politikalar, denetimsizlik ve umursamazlık var. Daha kaç insanımızın, kaç çocuğumuzun hayatı yanacak bu ihmal zincirinde?
Bu trajedilere rağmen hiçbir ders almamak, hiçbir şey öğrenmemek… İşte tam da bu noktada İranlı şairin dizeleri dile geliyor:
“Eğer yol yanlış ise rehber bir işe yaramıyor. Kafeste dünyaya gelirsen, kanat bir işe yaramıyor.”
Kendi kaderimize zincirlenmiş gibiyiz. Oysa bu kaderi değiştirmek, insan hayatına değer veren bir düzen kurmak elimizde. Ancak aklı rehber edinen bir anlayışla bu çarkı kırabiliriz. Aksi takdirde, şairin dediği gibi:
“El öpme sayesinde herkese makam mevki verdiler, okuyup eğitimli olmak bu ülkede bir işe yaramıyor.”
İhmaller ve lakaytlık devam ettikçe, zincirlerimiz daha da güçleniyor. İnsan canını hiçe sayan bir anlayışın zincirini kırmak ise vicdanı olan herkesin omzuna yüklenmiş bir sorumluluk. Daha fazla acı çekmemek, daha fazla hayat kaybetmemek için bu zinciri kırmak zorundayız.
Unutmayalım: İnsan hayatını korumak, en kutsal sorumluluğumuzdur. Aklımızı, vicdanımızı ve irademizi birleştirmediğimiz sürece, ne kadar yazsak da, ne kadar konuşsak da hiçbir şey değişmeyecek.
Son söz yine şairden:
“Ey şair daralmış gönlün neyi istiyorsa söyle, ama eşeğin kulağına Yasin okumak bir işe yaramıyor.”
Öyleyse, artık duymayan kulakları zorlamak yerine, akıl ve adaletle yeni bir yol çizmek için harekete geçmeliyiz. Çünkü bu karabasandan kurtulmanın başka bir yolu yok.