Gurbetçilerin bitmeyen ÇlÇilel: Dövizle Gelip Dertle Dönmek

7 saat önce 21

Uzun Yıllardır Hollanda’da yaşayan meslektaşımız, kamareman Ali Andal’ı  memleketi Karaman’ın  Yollarbaşı köyünde ziyaret ettik. Avrupa’da ve Türkiye’de onbinlerce seveni / hayranı olan bedensel engelli oğlu , grafiker  WEB tasarımcısı, DJ, günümüzün Poliannası Akif  Andal ile bizleri malikhanesinde ağırladı. Sonhaber.eu kurucusu Ömer Aşıran, Gazteci Tarihçi, Arkeolog Yaşar İliksiz ile ziyaret ettiğimiz  Ali Andal son yıllarda dışlanan horlanan Avrupalı Türkler ( Genel adı ile  Almancı* Gurbetçi ) hakkında bir durum değerlendirmesi yaptı.

İşte Hollanda’a yaşayan  Karamanlı “Gurbetçi” Ali Andal’ın gözü, yüreği ile  gözlemleri ve tespitleri.

Gurbetçilerin Çileli Hayatı: Dövizle Gelip Dertle Dönmek

 

Her yaz ayı yaklaşırken Avrupa’nın dört bir yanından Türkiye’ye doğru başlayan uzun yolculukların, sadece kilometreler değil, koca bir hayatı aşmaya çalışan insanların hikâyesi olduğunu unutuyoruz. Onlar gurbetçilerimiz. Kimi Almanya’da, kimi Fransa’da, kimi Hollanda sokaklarında alın teriyle bir ömür tüketmiş insanlar. Yıllık izinleri geldiğinde yorgun bedenlerini memlekete sürüklüyorlar. Sürüklüyorlar diyorum, çünkü bu yolculuk sadece bavul taşımak değil; duygularla, beklentilerle, kırgınlıklarla dolu bir yükü de beraberinde getiriyor.

 

Yıllardır uçaklarda, otobanlarda geçen tatillerin bedeli az buz değil. Sadece uçak bileti desen, bir aile için ortalama 2500 Euro. Yol masrafı, hediye telaşı, konaklama, yemesi içmesi derken en az 5 -10 bin Euro’luk bir bütçe Türkiye’ye akıyor. Düşünün, bir yıl boyunca gece gündüz çalışan bir emekçi, izin yaptığı bir ayda tüm birikimini harcıyor. Ama ne yazık ki dövizle gelenin derdi, dövizle bitmiyor.

 

Türkiye’ye geldiklerinde bekledikleri sıcak karşılamayı her zaman bulamıyorlar. “Yabancılaştınız”, “Burayı beğenmiyorsunuz”, “Avrupa’dan gelmiş ama hâlâ bizden fazla konuşuyor” gibi sözlerle ötekileştiriliyorlar. Kendi memleketlerinde misafir gibi hissediyorlar. Oysa Avrupa’da da tam anlamıyla “kabul edilmiş” değiller. Ne orada tam yerli, ne burada tam vatandaşlar. Arada kalmışlığın en derin sancısını taşıyorlar.

 

Döviz getiriyorlar, esnaf bayram ediyor. Tatil köyleri, restoranlar, AVM’ler, memleket pazarları gurbetçinin cebine göre fiyat biçiyor. Ama iş bir teşekkür etmeye, bir takdiri hak etmeye gelince herkes sus pus. Hatta birikimini Türkiye’de harcadığı için bile eleştiriliyorlar. “Parayı saçıyorlar, görgüsüzlük yapıyorlar” deniliyor. Oysa kimse gurbetçinin yıl boyunca hangi şartlarda çalıştığını, ne fedakârlıklar yaptığını sormuyor.

 

O fabrika mesaisinde, temizlik işinde, inşaatta, yaşlı bakımında geçen zamanların bir karşılığı olarak görülmeli o 5-10 bin Euroluk birikimleri. Çocuklarına daha iyi bir gelecek sunmak için memleketinden kopmuş, dilini, kültürünü korumaya çalışarak ayakta kalmış insanların emeğidir bu. Ve Türkiye’ye sadece döviz değil; sevgi, hasret, sadakat da getiriyorlar.

 

Gurbetçiyi anlamak, onu yalnızca bir “ekonomik katkı” olarak değil, bir köprü olarak görmek gerek. Hem batı ile hem doğu ile yaşayan, iki dünyanın yükünü sırtında taşıyan bir kuşaktır onlar. Sadece yazın gelen misafir değil; bu ülkenin alın teriyle yoğrulmuş birer parçasıdırlar.

 

Unutmayalım: Her döviz bozduran gurbetçinin cebinden çıkan parayla değil, kalbinden dökülen sevgiyle büyüyor bu topraklar.

 

Makalenin tamamını oku