Bu ülkede bir masaya oturup biraz memleket konuşmaya görün… Sohbet bir yerden sonra hep aynı yere gelir. Sessizlik olur. Bir göz göze geliş… Ve içten, buruk bir cümle dökülür dudaklardan: “Yazık oldu gençlere…”
Ne yazık ki bu sadece bir cümle değil. Bu, yürekten gelen bir ağıttır. Bu, bir milletin en güzel çocuklarına ettiği vefasızlığın adıdır.
Bir dönem, umut vardı. Köy Enstitüleri’nin yeşerttiği o aydınlık, Anadolu’nun en ücra köylerine kadar ulaşıyordu. Bir öğretmen gelirdi köye; yanında sadece kitap değil, umut da getirirdi. O çocuklar büyürdü. Okur, öğrenir, sorgular, ülkesine sevdalanırdı. Birileri rahatsız oldu.
Çünkü bu çocuklar Amerika’nın 6. Filosu’na karşı yürüdü. Bu çocuklar “Bağımsız Türkiye!” dedi. Bu çocuklar üniversiteleri halkın kalesi yaptı. Ve ardından ne oldu? 12 Mart oldu. 12 Eylül oldu. O güzelim filizler budandı.
Sağcıydı, solcuydu fark etmedi. Hepsi Türkiye’yi seviyordu. Hepsi memleket sevdalısıydı. Ama bu ülke, evlatlarını yemekte mahirdi.
Sonra başka bir saldırı başladı: Televizyon ekranlarından, reklam panolarından, dizilerden… Neo-liberal kültürle gençlik başka yere savruldu. Ama yine de… O gençler her 29 Ekim’de Anıtkabir’e koştu. Her 10 Kasım sabahı karanlıkta yola çıktı. Her 19 Mayıs’ta “biz buradayız” dedi.
Şimdi? Daha çocuk yaşta gençler gözaltına alınıyor. Soruşturmalar, tutuklamalar, yıldırmalar…
Hiç mi ders almadık geçmişten? Bir ülkenin geleceği, gençliğidir. Günlük siyasi hesaplar uğruna, bu ülkenin çocuklarına kıymayın.
Onlar bizim aynamız. Yarınlarımız. Umudumuz.
Unutmayın: Gençliğini susturan bir millet, kendi geleceğini de susturur.