Ware Vrijheid’in Gölgesinde Hollanda’nın Felaket Yılı: 1672

1 gün önce 33

1672, Hollanda için tam anlamıyla bir felaket yılıydı. Yabancı ordular hızla ülkeye girerken, halkın temsilcisi olan John de Witt ve kardeşi Cornelius, Lahey’de linç edildi. Bu kriz ortamında, III. William, naip olarak göreve getirildi ve bu durum, Turuncuların ülkede yeniden güçlenmesine zemin hazırladı. Bu olaylar, Hollanda tarihine “Felaket Yılı” olarak geçti. Burada 1672 Rampjaar’ı (Felaket Yılı) ve “Ware Vrijheid” (Gerçek Özgürlük) idealinin yükselişini, çöküşünü ve ardından gelen siyasi-toplumsal dönüşümü anlatan bütünlüklü bir tarihsel ve anlatı bekliyor sizleri:

hollandafelaketyili

17. yüzyılın ortasında Hollanda Cumhuriyeti, denizlerde zenginlik, şehirlerinde özgürlük ve yönetiminde akılcılıkla tanınıyordu. Ancak bu refah, yalnızca ticaretin değil; aynı zamanda fikirlerin de serbestçe dolaşabildiği bir düzenin eseriydi. Ve bu düzenin mimarlarından biri, sessizliği ve matematiksel zekâsıyla tanınan Johan de Witt idi.

Johan ve ağabeyi Cornelis de Witt, monarşisiz bir yönetimi savunuyor; “Ware Vrijheid” yani “Gerçek Özgürlük” adını verdikleri bir siyasal düzenin öncülüğünü yapıyorlardı. Bu düzen, halk adına yetki kullanan seçilmiş temsilcileri, güçler ayrılığını ve ticaretin önünü açan barışı önceliyordu. Özellikle Fransa’nın mutlakiyetçi Kralı XIV. Louis’nin Avrupa’ya hükmetmeye çalıştığı bir çağda bu fikir, hem devrimciydi hem de kırılgandı.

Ancak 1672 yılında bu kırılganlık sınandı—ve çöktü.

Rampjaar: Dört Cephede Çöküş

1672 yılı, Hollanda için kâbus gibi başladı. Fransa, İngiltere, Münster ve Köln orduları, dört bir yandan ülkeye saldırıya geçti. Bu askeri kuşatma sadece toprakları değil, fikirleri de hedef aldı.

Cumhuriyetin savunma hatları çökerken, halkın güvenliği sarsıldı. De Witt kardeşlerinin barışçıl ve diplomatik çizgisi, artık zayıflık olarak görülüyordu. “Özgürlük” diye savundukları sistem, Fransız süvarileri Utrecht kapılarına dayandığında çaresiz görünüyordu.

Panik içindeki halk bir kurtarıcı aradı—ve bu kurtarıcıyı geçmişte buldu: Oranje Prensi Willem. Yıllar boyunca yönetimden uzak tutulmuş olan bu hanedan mensubu, artık “ulusal birliğin” simgesi ilan edildi. De Witt’lerse, hainlikle suçlandı.

Linç: Cumhuriyetin Kalbi Sökülüyor

1672 yazında Cornelis de Witt, düzmece bir suikast planına karıştığı gerekçesiyle tutuklandı. Kardeşi Johan onu hapisten çıkarmaya çalışırken, ikisi birlikte Lahey’deki Gevangenpoort önünde toplanan bir Oranjist güruh tarafından yakalandı. Ne ordu vardı, ne düzen. Halk adaleti artık çıplaktı.

Kardeşler oracıkta linç edildi, parçalandı, cesetleri şehir meydanında sergilendi.

Ama olay burada sona ermedi.

Bir söylenti yayıldı: Kalpleri çıkarılmış, bazıları tarafından yenmişti. Bu detay, tarihsel doğruluğu belirsiz olsa da simgesel gücüyle felaketin özeti hâline geldi: “Özgürlük sadece öldürülmemiş, onun kalbi de sökülmüştü.”

*************************************

1672’deki linç edilmesinden sonra özellikle “kalplerinin çıkarılıp yendiği” söylencesi, Hollanda tarih yazımı ve kolektif hafızasında en karanlık ve sembolik anlatılardan biri hâline gelmiştir. Bu söylence, tarihsel belgelerde açıkça teyit edilmese de, çağdaş tanıklıklara dayanan pamfletler, mektuplar ve dedikodular aracılığıyla yayılmıştır. Bu tür bir söylemin özellikle kalp yeme üzerine yoğunlaşmasının, hem Avrupa siyasi kültüründe hem de halk söylencelerinde güçlü tarihî, simgesel ve ritüel kökenleri vardır:

Kalbin Sembolik Anlamı

Avrupa’da Orta Çağ’dan itibaren kalp, sadece biyolojik bir organ değil, kişiliğin, ruhun, sadakatin ve cesaretin merkezi olarak görülürdü. Siyasi literatürde de kalp, vatana sadakat ya da ihaneti simgelerdi. Kalbin “çıkarılması” ya da “yenmesi”, fiziksel bir ceza olmanın ötesinde, kişinin iç dünyasının da mahkûm edilmesi demekti. Örneğin 13. yüzyılda Fransa’da Charles d’Anjou’nun emriyle rakip bir baronun kalbi çıkarılmış ve simgesel bir intikam ritüeli olarak sarayda sergilenmişti.

Siyasi Linçlerde Ritüelleşmiş Şiddet

De Witt kardeşlerinin ölümü bir infaz değil, kitle linçidir. Bu tür olaylar, Batı Avrupa’da özellikle erken modern dönemde “ritüel cezalar”la bütünleşmiştir. Halk tarafından linç edilen siyasi figürlerde: vücut parçalama (dismemberment), kalbi çıkarma veya yok etme, organların sokakta sergilenmesi gibi eylemler, neredeyse dini ayin ciddiyetiyle icra edilirdi.

Kalbin yenmiş olabileceği söylencesi, erken modern Avrupa’da “yamyamlık” üzerinden yapılan siyasal karalamaların tipik örneğidir.

Bu söylenceler çoğunlukla: “İnsanlar o kadar öfkeliydi ki hayvani içgüdülerine döndüler” gibi kontrolden çıkmış halk adaleti anlatılarını güçlendirir. Ya da tam tersine, “bu kişiler o kadar haindi ki cesetleri bile lanetlendi” gibi düşmanlık nesnesini dehşetle dışlama işlevi görür.

Olaydan sadece birkaç gün sonra yayımlanan pamfletlerde şu tür cümlelere rastlanır: “Het hart van Johan werd eruit gesneden, en sommigen zeggen dat het werd gegeten.” (Johan’ın kalbi çıkarıldı, bazıları yendiğini söylüyor.)

Bu tür ifadeler: Resmî belgelerde yer almaz, Ama halk arasında hızla yayılır ve yıllar içinde Rampjaar söylencesinin merkezine yerleşir.

*************************************

Gerçek Özgürlüğün Sonu ve Oranjizm’in Geri Dönüşü

De Witt’lerin ölümünün hemen ardından Prens Willem III mutlak yetkilerle başa geçti. Savaş toparlandı, düşmanlar püskürtüldü. Ama siyasi atmosfer geri döndürülemez biçimde değişmişti.

Artık Gerçek Özgürlük değil, hanedan güvenliği hâkimdi. Cumhuriyetçilik geri çekildi, anayasal denge yerini kişisel sadakate bıraktı. Sözde halk adına yürütülen yönetim, fiilen hanedanın çizgisine girdi.

Ve sonra… tarih bir ironiyi sahneye koydu. Yirmi yıl sonra, Willem III, İngiltere tahtına oturdu. Bir zamanlar monarşisiz yönetimi savunan De Wittlerin ülkesi, Avrupa’daki ilk anayasal monarşilerden birini İngiltere’ye hediye eden bir Oranjist kral yetiştirmişti.

Sessizlikten Dirilişe: Hafızada De Witt

Yüz yıl boyunca De Witt kardeşlerinin adı anılmadı. Utanç, unutuşla örtülmek istendi.  De Witt’lerin ölümü ya tamamen yok sayıldı ya da “kendi suçlarının bedelini ödediler” şeklinde yorumlandı.

Ancak 19. yüzyılın sonlarında ulusal kimlik tartışmaları içinde De Witt’lerin yeniden dirilişi yaşandı. 20. yüzyılda Luc Panhuysen gibi tarihçiler, De Witt’leri ahlaken yücelterek, linçi “siyasi fanatizmin trajik sonucu” olarak yorumladılar.

Hollanda laik cumhuriyetçiliği, bu kardeşlerin mirasına bir tür kurucu mitos olarak bakmaya başladı.

Ancak zamanla, özellikle 19. yüzyıl sonlarında, değişen siyasal iklim içinde De Witt’ler yeniden hatırlandı.

Demokratik değerlerin simgeleri olarak yüceltildiler.

Lahey’de heykelleri dikildi.

20. yüzyılda ise daha kapsayıcı tarih anlatıları içinde De Witt’lerin öyküsü, demokratik değerler ve çoğulculukla ilişkilendirildi.

Tarihçiler onları bir dönemin değil, bir düşüncenin şehitleri olarak tanımladı.

ÖZET TABLO: DE WITT’LERİN ÖLÜMÜNDEN SONRA HOLLANDANIN YÖNÜ

Alan Gelişme
👑 Siyaset Willem III tek güç oldu; cumhuriyetçilik zayıfladı.
⚔ Askeri durum Savaş toparlandı, Fransa durduruldu.
📚 Tarih yazımı Başta unutturulma, sonra kahramanlaştırma.
🧠 Kolektif hafıza Linç utancı, sonra demokratik sembole dönüşüm.
🌍 Uluslararası rol Willem III, İngiltere kralı olarak Oranjizm’i Avrupa’ya taşıdı.

Ve Bugün…

Ware Vrijheidhollandafelaketyili
“Ware Vrijheid” artık sadece bir tarih terimi değil, Hollanda’nın siyasal DNA’sının bir parçası. De Witt kardeşlerinin mezar taşlarında değilse de, demokratik kurumlarının temelinde hâlâ yankılanan bir ideal.

Makalenin tamamını oku