DEMLİK
UZAYIP GİDEN MONOLOGLAR -2-
İnsanlık tarihi…Bir kararsızlık anından ibarettir. Bir “evet”le bir “hayır” arasında salınıp duran binlerce yıl. Kimbilir taş devrinde, biri sormuştur: “Avı kim yönetecek?”
Ve bir el kalkmıştır. Sonra başka bir el. Böylece ilk seçim yapılmış olabilir. Ama eminim kimse fark etmemiştir… Kazanan o değil, el kaldırma cesaretini gösterendi.
Sonra Atinalılar geldi… Meydanda halk toplandı, herkes özgürdür dediler, ama tabiki köleler konuşamıyordu.

Böylece demokrasi, daha doğarken ilk çocuğunu boğdu. Ve yine de umut, ısrar etti: “Bir gün herkesin sesi duyulacak,” dedi. Binlerce yıl geçti… Ve duyuldu gerçekten. Ama öyle bir uğultu oldu ki, kimse kimseyi duyamadı. Şimdi adına “seçim” diyoruz.
Renkli afişler, parlak sloganlar… Derler ki: “Halk iradesi!” İrade mi? Halk mı? Yoksa sadece… iradesi elinden alınmış bir kalabalık mı?
“Güç halkta!” diyorlar. Evet ama, hangi güçten söz ediyoruz biz? “Demokrasi halkın sesidir.” Diyorlar. İyi de mikrofonu kim elinde tutuyor?
Bir zamanlar tanrılardan korkardık, şimdi anketlerden korkuyoruz. Sandıklar oyla doluyor, ama içimiz boşalıyor. Çünkü sandıkta sadece oylar yok.Orda pişmanlıklar, unutuşlar, teslimiyetler var. Bir de şu meşhur söz: “Benim oyum neyi değiştirir ki?” İşte o cümle, her demokrasinin mezar taşında yazar.
Oysa demokrasi, bir hediye değil, bir sorumluluktur! Ama biz hediyeyi açtık, kutusunu attık, oy pusulasını sakladık.
Bazen düşünüyorum, belki de demokrasi, halkın kendi zincirini kendi seçme hakkıdır. Parlak olan mı olsun, paslı olan mı? İstersen boyalı. Hatta “özgürlük” yazılı olan bile var; reklam kampanyası gibi. Üzerinde gülümseyen yüzler var. Aynı meydan, farklı pankartlar. Aynı sözler, farklı dudaklar. Ve aynı vaat: “Yarın daha güzel olacak!”
Hiç fark ettiniz mi? Artık ideoloji seçmiyoruz, reklam yüzü seçiyoruz. Siyaset değil, marka arıyoruz. Birinin logosuna, diğerinin rengine oy veriyoruz. Sanki geleceğimiz bir reklam kataloglarında indirime girmiş gibi. “Yarın %50 daha mutlu olacaksınız!” diye bağırıyor afişler.
Ama suçlu kim? Onlar mı? Biz mi? Yoksa o ilk taş devri sorusu mu hâlâ yankılanıyor kulağımızda? “Avı kim yönetecek?” Belki de sorun hiç değişmedi. Sadece av büyüdü.
Artık ormanda değiliz, ama hâlâ birbirimizi avlıyoruz. Sandıkla, kelimeyle, vaatle. Oylarımızı, proğramını, tüzüğünü bile bilmediğimiz bir partiye veriyoruz. Sonra eve dönüyoruz, çay demliyoruz, ve kendi kendimize diyoruz ki: “En azından görevimizi yaptık.” Oysa görev, sadece bir zarf atmak değildir; düşünmektir.
Sandık kapanır. Kader mühürlenir. Ama yine de… Bir çocuk büyür, bir kadın hayal kurar, bir işçi sabah kalkar, bir delikanlı “belki bu defa” der… ve işte orada, insanlık yeniden başlar.
Çünkü umut… her seçimde değil, her insanda yeniden aday olur. Ve belki de, asıl devrim bir el kaldırmakta değil; bir kez olsun kendini seçmekte gizlidir.
Sandığa gitmekle özgür olduğumuzu sanıyoruz. Oysa gerçek zincir, boynumuzda değil artık…Zihnimizde. Yine de gidiyorum. Oyumu veriyorum. Çünkü içimde bir ses hâlâ fısıldıyor: “Belki bu sefer…”
29 Ekim’de Hollanda’da yapılan seçimlerde partilerin çıkardığı millet vekilleri kesin olmamakla birlikte, bu şekilde oluştu: PVV 26, D66 26, VVD 22, GLPVDA 20, CDA 18, JA21 9, FVD 7, BBB 4, DENK 3, SP 3, PVDD 3, CU 3, SOPLUS 2, VOLT 1
Demliğiniz hep kaynasın…
The post UZAYIP GİDEN MONOLOGLAR -2- first appeared on Hollanda Haberleri.

1 ay önce
62












Dutch (NL) ·
Turkish (TR) ·