Namaz Kılmak Yetmez, Ahlak da Şarttır

1 hafta önce 52

Büyücü dediler.

Cinlenmiş dediler.

Şair dediler.

Yalancı dediler.

Kâbe’de namaz kılarken sırtına deve işkembesi koydular.

Hakaret ettiler.

“Hüzün yılları” dediğimiz zamanlarda, üstelik çok sevdiği eşi ve amcasını kaybettiği zor dönemlerde, onu aç bıraktılar.

Ticaret yapmasına engel oldular.

Evliliklerine izin vermediler.

Öldürmeye kalktılar.

Yaptıkları antlaşmalara uymadılar.

Ve en nihayetinde, çok sevdiği memleketinden hicret etmek zorunda bıraktılar.

 

Bu saydıklarım, Mekke’li müşriklerin, Hz. Peygamber’e ve sahabilere söyledikleri sözler ve yaptıkları zulümlerdir.

Üstelik, Mekke’nin en güvenilir, en ahlaklı, en yardımsever, en yumuşak huylu kişisi olduğunu bildikleri hâlde…

Sadece onların inançlarını reddettiği ve onlar gibi düşünmediği için!

 

Hz. Peygamber, Mekke’yi fethettiği gün, hepsi korku içindeydi.

Müslümanların kendilerini öldüreceğini veya işkence edeceğini düşünüyorlardı.

Oysa o, âlemlere rahmet olarak gönderilen ve yüce bir ahlak üzere olan bir peygamberdi.

 

“Biz, seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya Suresi, 107. Ayet)

“Sen, elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem Suresi, 4. Ayet)

 

Kendisine bunca iftira atan ve zulmedenlere, Hz. Yusuf’un kardeşlerine söylediği şu ayeti hatırlatarak karşılık verdi:

“Bugün size geçmişle ilgili bir kınama yok. Allah sizi affetsin. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yusuf Suresi, 92. Ayet)

 

Bugün ise onun yolundan gittiğini iddia eden, kendini “dindar Müslüman” olarak tanımlayan bazı kişilerin dilinde nefret, kin, hakaret ve küfür var.

Ülkenin sevilen bir sanatçısının vefatının ardından edilen sözlerden, ben onlar adına utanç duydum. Çünkü onlarda utanma yok!

 

Neden bu kadar kin ve nefret?

Sizin gibi inanıp düşünmedikleri için mi?

Kalpleri yalnızca Allah bilir.

Zaten en çok kalbimizdekilerden sorumluyuz.

 

Sadece dil ile söylemek yetseydi, müşrikler de Allah adını dillerinden düşürmüyorlardı.

Onların müşrikliği, Allah’a ortaklar koşmalarından dolayıydı.

Medine’de Hz. Peygamber’in arkasında namaz kılan münafıklar vardı.

Ama kalplerinde ona karşı kin ve nefret taşıyorlardı:

 

“Onlar müminlerle karşılaştıklarında: ‘İman ettik’ derler.

Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise: ‘Biz sizinle beraberiz, onlarla alay ediyoruz’ derler.” (Bakara Suresi, 14. Ayet)

 

Dolayısıyla, kimsenin bir başkasının akıbeti hakkında Allah adına hüküm vermeye hakkı yoktur.

Üstelik namaz kılıyor ve her rekâtta Fatiha Suresi’nde “Din gününün sahibi” olduğunu okuyorlar.

Peki, kıldığınız bu namazlar, Maun Suresi’nde bahsedilen gösteriş için kılınan namazlar olmasın?

 

Siz kendi akıbetinizden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

Hz. Peygamber bile değildi:

 

“De ki (Ey Elçi): Ben, elçiler arasında ilk değilim.

Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum.” (Ahkaf Suresi, 9. Ayet)

 

Salih amel olmadan iman yeterli değildir:

 

“İnsanlar, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebut Suresi, 2. Ayet)

 

Kalbinde bunca kin ve nefret taşıyan insanlar, o kalbe imanı nasıl sığdıracak?

Hz. Peygamber’in bir kişiye, inancı ve düşüncesi farklı diye kötü davrandığı nerede görülmüş, duyulmuş?

 

O, Medine’deki Yahudi komşusunu hasta olduğunda ziyaret eden,

Esirlere yediklerinizden yedirin diyen,

Okuma yazma öğreten esirleri serbest bırakan,

Medine’ye gelir gelmez, Müslümanlarla Yahudiler arasında barışı ve karşılıklı hakları düzenleyen Medine Sözleşmesi’ni yapan bir peygamberdi.

 

Siz gerçekten böyle bir peygamberin ümmeti misiniz?

Vicdanlarınıza sorun!

 

Vefat eden herkes, kendi sevap ve günahlarıyla, inancıyla Allah’a hesap verecektir.

Bizim görevimiz sadece tebliğ etmektir.

Hidayeti ise yalnızca Allah verir.

 

Hz. Nuh, eşi ve oğluna;

Hz. İbrahim, babasına;

Hz. Lut, eşine;

Hz. Peygamber, amcalarına hidayet verememiştir.

 

Alnı secdeden kalkmayan bir kişi şirke girip cehenneme;

Bir hayırlı işi olan bir kişi cennete girebilir.

 

“Kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın merhametinden ümidini kesmez.” (Yusuf Suresi, 87. Ayet)

 

Kur’an’ı bir kere okuyan, şu ayetin karşısında tüm insanlara karşı vicdan ve merhamet duyar:

 

“Firavun’a gidin. Çünkü o iyice azdı.

Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır veya korkar.” (Tâhâ Suresi, 43-44. Ayet)

 

Firavun gibi bir zalime bile yumuşak söz söylemeyi emreden bir dinin mensuplarıyız biz.

Demek ki hakikati, dini ve inancı saygın kılmak nefret diliyle değil, merhamet diliyle mümkündür.

 

Üstelik bu nefret diline sahip olan bir de müftü var!

Ülkemizdeki ateizm, deizm veya İslam dışı inançlara yönelişte bu tip “din adamları”nın ve nefret dilinin vebali çok büyüktür.

 

Kur’an’ı anlamak ve Hz. Peygamber’in yolundan gitmek zorunluluktur.

Onların ahlaki değerleriyle ahlaklanmak şarttır.

Doğru yol budur.

 

Son olarak, değerli sanatçımız Volkan Konak’a Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve sanat dünyasına sabır ve başsağlığı diliyorum.

 

Allah’a emanet olun.

Bayram Tan

Makalenin tamamını oku