Muhafazakârlar ve sekülerlerin yüzyıllık çıkmazı

4 hafta önce 76

 

Türk milletinin ne çok ortak acısı ve üstesinden gelemediğimiz ne çok ortak sorunumuz var.

 

GüncelHaber artık cebinizde!WhatsApp’tan gündemi anında takip edin, haberler doğrudan telefonunuza gelsin. Katılmak için hemen tıklayın.

 

11 Kasım 2025’te Azerbaycan’dan Türkiye’ye dönerken Gürcistan’da düşen kargo uçağında 20 canımızı, 20 yiğidimizi kaybettik. İşte bu acılar, bizi bir millet yapan, birleştiren ve diğer milletlerden farklı kılan temel ortak değerlerdendir.

 

Ne yazık ki bayramlarımızı, coşkularımızı henüz hep birlikte kutlayamıyoruz; siyasi çıkarlar bu birlikteliğin önüne set çekiyor.

 

Elbette, kendi çıkarları için milleti bölen ve kutuplaştıran siyasiler, bu milleti bölmekten vazgeçerlerse, bu düğüm de çözülecektir.

 

Vatan için, görev için, bizler için yola çıkan o kahramanların ruhu şad olsun. Allah rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun, geride kalanların yüreği sabırla dolsun.

 

Başımız sağ olsun

 

Bu yazıyı 29 Ekim 2025’te kaleme almıştım. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, yayın tarihi 10 Kasım’a gelince, “Atamızın bu dünyadan göçüş gününde başka bir konu yazılmaz” diyerek “Bir Ömrün Ardından: On Kasım’ı yazmıştım.

 

Gecikmeli olarak, o günkü yazımı sizlerle paylaşıyorum.

 

Hollanda’da, yurdumuzdan üç bin kilometre uzakta, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı binlerce kişiyle birlikte coşkuyla kutlamak, benim gibi Cumhuriyet sevdalıları için tarifsiz bir gurur kaynağıydı. Ancak bu sevincin gölgesinde, Türkiye’den ihraç ettiğimiz kutuplaşma hastalığı, belirgin bir parçalanmışlık olarak hissediliyordu.

 

Hollanda’nın geneline yayılmış irili ufaklı onlarca kutlama, enerjiyi ve kaynağı bölüyor, arzu edilen kolektif etkiyi zayıflatıyordu.

 

Hatta aynı amaç uğruna çalışan Atatürkçü derneklerin ve Atatürk’ün kurduğu CHP’nin Hollanda birliğinin dahi bir araya gelememesi, ayrı ayrı kutlamalar düzenlemesi oldukça düşündürücüydü ve bana mantıksız geliyordu.

 

Bu dağınıklığa karşı bir umut ışığı, Vlaardingen şehrindeki kutlamalarda yaşandı.

 

Büyükelçimiz ve konsolosluklarımızın öncülüğünde, farklı kesimlerin aynı çatı altında buluştuğu anlamlı bir tören gerçekleşti.

 

Lahey Büyükelçimiz Sayın Fatma Ceren Yazgan’ın da vurguladığı gibi, bu tören bize “ortak değerimiz” kavramını bir kez daha hatırlattı ve Cumhuriyet’in sadece siyasal bir rejim değil, aynı zamanda toplumsal bir gönül bağı ve ortak aidiyet duygusu olduğunu gösterdi.

 

Bu bayramda, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı olduğunu bildiğimiz muhafazakâr çevrelerden, tekke ve tarikat mensubu tanıdıkların bile kutlamalara (gerekçeleri ne olursa olsun) katılması, “Cumhuriyet’in” artık tüm topluma mal olmuş ortak bir değer olma yolunda ilerlediğine işaretti idi. Bu katılım, şahsım adına büyük bir memnuniyet kaynağıydı.

 

Ancak bu birlik tablosunun ardında, Türkiye’nin yüzyılı aşkın süredir kanayan yarası gözümüzün önünde duruyordu.

 

Muhafazakârlar ile Sekülerler arasındaki, bazen sessiz bazen gürültülü bir şekilde devam eden tarihsel gerilim. Bu, sıradan bir siyasi ayrışma değil, modernleşme sancıları çekmiş bir coğrafyanın kimlik arayışının yansımasıydı.

 

 

Tabii ki, benim gibi tarihe meraklı, bilhassa anavatanın tarihini kendince araştıran biri olarak, bu çıkmazın sebebini araştırmak, sorunun köküne inmek istedim.

 

Türk Bilgilendirme ve Dokümantasyon Merkezi vakfı tarih komisyonundan da (www.tc-id.nl) yardım aldım.

 

Vardığım sonuç, bu sorunu anlamak için Osmanlı tarihindeki Tanzimat’a uzanmak gerektiğiydi.

 

Batılılaşma hamleleri, iki farklı Türkiye vizyonunun tohumlarını attı.

 

Bir tarafta, devletin çöküşten kurtuluş reçetesini Batı’nın akıl, bilim ve kurumlarında gören seküler aydınlar vardı.

 

Onlar için din, toplumsal ilerlemenin önünde bir engel olarak görülüyordu. Diğer tarafta ise, bu hızlı değişimi “gavurlaşma” olarak yorumlayan, geleneksel ve İslami değerleri temel kimlik unsuru sayan muhafazakâr bir toplumsal katman vardı.

 

İki taraf, birbirini anlamak yerine yaftaladı: Biri “gerici”, diğeri “dinsiz” veya “taklitçi” diyerek kutuplaşmayı derinleştirdi ve çözülmez hale getirdi.

 

Ayrıca muhafazakârlar ve bilhassa dini ticari çıkar olarak kullananlar, siyasal İslamcılar Cumhuriyeti bir “dayatma” olarak gördüler ve hala kamufle etsellerde öyle görüyorlar.

 

Cumhuriyet’in ilanıyla seküler vizyon, devletin resmi ideolojisi haline geldi. Şapka Kanunu, harf devrimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi radikal reformlar, muhafazakâr kesim için bir yönetim değişikliğinden öte, bin yıllık bir kültürün reddi anlamına geliyordu.

 

Ezanın Türkçe okunması gibi uygulamalar ise en hassas damarlara dokundu ve derin bir travmaya neden oldu.

 

Devamında, Çok Partili Hayat ile birlikte bu kutuplaşma kurumsallaştı. 1950 sonrasında bu kültürel ayrışma, siyasetin ana eksenine yerleşti.

 

Demokrat Parti, muhafazakâr kitlelerin dışlanmışlık hissiyatını sahiplenerek iktidara geldi.

 

Ardından gelen askeri müdahaleler, özellikle 28 Şubat süreci, bu kırılmayı daha da derinleştirdi. Her darbe, seküler kesimde “irtica” korkusunu, muhafazakâr kesimde ise “vesayet” mağduriyetini perçinledi.

 

Günümüzde ise aynı kırılma, Cumhuriyet karşıtı bazı tekke ve zaviyelerin ve dini siyasi ve ticari amaçlarla kullananların, hiçbir ılımlı ortama fırsat vermemesiyle sürüyor.

 

2000’lerle birlikte iktidar değişse de temel çatışma ortadan kalkmadı, sadece form değiştirdi.

 

Tartışma artık başörtüsü yasağından ziyade, eğitim müfredatı, kamusal alandaki dini semboller ve Diyanet’in rolü gibi konular üzerinden devam ediyor.

 

İki tarafın birbirine dair korkuları hâlâ taze ve bu kutuplaşmadan faydalananlar, yanlış hikayelere zemin hazırlamaktadır.

 

Bugünkü bilgilerimizle vardığım kanaat, her iki tarafın da haklı ve haksız olduğu yönler olduğudur.

 

Sonuç olarak, her iki taraf da empati yerine birbirini suçlayarak günü kurtarmaya çalışmıştır.

 

Bu kutuplaşmadan çıkarı olanlar ise asılsız hikayeleri her geçen gün daha da körüklemiştir.

 

Maalesef ortak değerler inşa etmekten uzak bir toplum olma halini sürdürmekteyiz.

 

Dolayısıyla, Cumhuriyet’in 102. yılını kutlarken bu yüzyıllık sancıyı aşmanın yolu, geçmişin yükünü sırtlanmış bir şekilde yarışmaktan vazgeçmekten geçiyor. Çıkarcı bir şekilde toplumun kutuplaşmasına sebep olanlardan uzak durarak…

 

Seküler kesimin, dini inancın kamusal alanda meşru bir yeri olabileceğini kabul etmesi, muhafazakâr kesimin ise laikliği bir “düşman” değil, tüm vatandaşların inanç özgürlüğünü güvence altına alan bir “ortak yaşam çerçevesi” olarak görmesi gerekiyor.

 

Hollanda’daki kutlamalarda ve Atamızı 10 Kasım’da anma gününde gördüğümüz o küçük ama anlamlı birliktelik, bize bunun mümkün olduğunu gösteriyor.

 

Türkiye, ancak karşılıklı saygı ve empati ile bu kısır döngüyü kırabilir ve farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği ortak bir vatandaşlık temelinde ilerleyebiliriz.

Sağlıklı ve mutlu kalın!

 

 

The post Muhafazakârlar ve sekülerlerin yüzyıllık çıkmazı first appeared on Hollanda Haberleri.

Makalenin tamamını oku