Maneviyattan Maddiyata Geçiş

5 saat önce 12

İnsanlık tarihi boyunca maneviyat ve maddiyat arasında gidip gelen bir denge arayışı hep var olmuştur. İnsan, varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken hem ruhsal hem de maddi unsurları iç içe geçirerek bir yaşam biçimi oluşturmuştur. Ancak, modern dünyada maddiyatın giderek ön plana çıkması, bireysel ve toplumsal düzeyde çeşitli dönüşümlere neden olmaktadır. Bu yazıda, maneviyattan maddiyata geçiş sürecini felsefi, psikolojik ve toplumsal açılardan ele alacağız.

 

Felsefe tarihinde, özellikle Platon ve Aristoteles gibi düşünürler, insanın iki yönlü bir varlık olduğunu vurgulamışlardır. Platon’a göre maddi dünya, ideaların bir yansımasıyken, gerçek mutluluk ve hakikat, ruhun arınmasıyla mümkündür. Aristoteles ise mutluluğun hem ruhsal hem de maddi tatminle sağlanabileceğini savunmuştur.

 

Platon’a göre insan, yaşadığı devletin karakterini yansıtır. İnsanı anlamak için onun içinde yaşadığı toplumu göz önünde tutmak gerekmektedir.

 

Aristoteles’e göre insan tek bir şeydir; ruhu beslenmiş bir beden veya bedenlenmiş bir ruh, maddeleşmiş bir formdur ( Hardie, 1964 )

 

Aydınlanma Çağı ile birlikte akılcılığın yükselmesi, maneviyatın geri planda kalmasına ve maddi başarıların öncelikli hale gelmesine neden olmuştur. Modern dünyada birey, bilim ve teknolojiyle anlam arayışını şekillendirirken, metafizik ve spiritüel kavramlar daha az ilgi görmektedir.

 

İnsan ruhunun ve bedeninin dengesini iyi kurması gerekir ki yaşamın güzelliklerini farkedebilsin. İnsanın hem manevi hem de maddi ihtiyaçlarını dengede tutabildiği sürece huzurlu ve mutlu bir psikoloji ile yaşamını sürdürür.

 

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi, bireyin önce temel (fizyolojik ve güvenlik) ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra aidiyet, özsaygı ve kendini gerçekleştirme aşamalarına yöneldiğini gösterir. Ancak, modern toplumda tüketim kültürü, bireyleri sürekli olarak maddi kazanç ve statüye yönlendirdiği için, maneviyatın önemi azalmakta ve bireyler varoluşsal boşluk hissiyle karşı karşıya kalmaktadır.

 

Özellikle modern psikolojide, Viktor Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” adlı eseri, maddi refahın tek başına insanı tatmin etmeyeceğini ve bireyin hayatına anlam katan unsurların, çoğunlukla manevi ve içsel süreçlerle şekillendiğini vurgular.Kapitalist sistem, insanları üretim ve tüketim döngüsü içinde sürekli olarak daha fazlasını elde etmeye teşvik ederken, manevi değerlerin ikinci planda kalmasına yol açmıştır.

 

Teknolojik gelişmelerle birlikte bilgiye ulaşım kolaylaşmış olsa da, bireylerin dikkat süresi azalmış, derin düşünme ve içsel keşif süreçleri zayıflamıştır. Sosyal medya ve dijital dünya, bireyleri yüzeysel ilişkiler ve maddi tatminlere yönlendiren bir ortam sunarak manevi değerlere duyulan ilgiyi giderek azaltmaktadır.

 

Maneviyattan maddiyata geçiş süreci, bireyin ve toplumun kaçınılmaz bir evrimidir. Ancak, bu dengenin tamamen maddiyat lehine bozulması, sahtecilik, insanları inançları ile aldatma, ahlakin yok oluşu,kılık kiyafetle şekil inançlığı,bireyde yalnızlık, stres ve tatminsizlik gibi psikolojik problemlere yol açmaktadır. Dolayısıyla, modern insanın yeniden bir denge kurarak hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarını eşit derecede önemsemesi gerekmektedir.

 

Bu dengeyi sağlamak için meditasyon, sanat, felsefi düşünce ve toplumsal dayanışma gibi manevi öğelerin günlük yaşama dahil edilmesi önemlidir. Ancak bu şekilde birey, yalnızca dış dünyada değil, iç dünyasında da huzur ve tatmin sağlayabilir.

 

Sonuç olarak, insan doğası gereği hem maddi hem de manevi boyutları olan bir varlıktır. Gelecekte, toplumların ve bireylerin bu dengeyi nasıl yeniden kuracakları, insanlık tarihinin en büyük sorularından biri olmaya devam edecektir.

 

İslam toplumlarında maneviyat ve maddiyat arasındaki denge tarih boyunca değişmiştir. İlk dönemlerde, özellikle Hz. Muhammed ve sahabe nesli zamanında, İslam daha çok ahlaki ve manevi değerler üzerine inşa edilmişti. Adalet, paylaşım, sadaka ve bireysel sorumluluk ön plandaydı. Ancak ilerleyen dönemlerde, İslam’ın siyasi bir güç olarak ortaya çıkmasıyla birlikte din, devlet yönetiminin ayrılmaz bir parçası haline geldi.

 

Emeviler ve Abbasiler döneminde din, sadece bireysel bir inanç değil, aynı zamanda bir iktidar mekanizmasına dönüştü. Halifeler, dini otoriteyi kullanarak siyasi gücü pekiştirdi. Osmanlı’da ise halifelik kurumu, hem dini hem de maddi gücün zirveye ulaştığı bir dönem oldu. Bu süreçte maneviyat, bireysel bir deneyim olmaktan çıkarak devletin bir kontrol aracı haline geldi.

 

Bireylerin manevi değerleri nasıl algıladığı ve yaşadığı, toplumun genel yapısını da belirler. İslam toplumlarında tarih boyunca sufi akımlar gibi daha mistik ve bireysel maneviyat anlayışları gelişti. Tasavvuf hareketleri, dünyevi hırslardan arınmayı ve ruhani yükselişi hedeflerken, resmi ulema sınıfı ise genellikle devletle iç içe geçmiş ve maddi otoritenin bir parçası olmuştur.

 

Modern dünyada ise bireysel dindarlık giderek şekil değiştirdi. Kapitalist sistem içinde, dindarlık çoğu zaman bir tüketim biçimine dönüştü. Lüks hac turları, marka tesettür modası, dini içerikli TV programları ve sosyal medya vaizleri, maneviyatın bile maddi kazanç sağlamak için araçsallaştırılabildiğini gösteriyor. Bu durum, bireyin içsel huzur arayışı ile toplumun dayattığı dini pratikler arasındaki çatışmayı da derinleştiriyor.

 

Tarih boyunca dinin siyasi ve maddi bir araç olarak kullanıldığı birçok örnek görüyoruz. Günümüzde de bu eğilim devam ediyor. İslam ülkelerinde din, sık sık siyasi meşruiyet aracı olarak kullanılır. Siyasal İslam hareketleri, dini değerleri kullanarak halk desteğini kazanırken, iktidara geldiklerinde çoğu zaman maddi çıkarları ön plana koyabiliyorlar.

 

Örneğin, bazı ülkelerde İslam hukuku söylemiyle iktidarını sürdüren yönetimler, ekonomik ve siyasi kazançlarını dini gerekçelerle savunabiliyor. Halkın inançlarını istismar ederek büyük servetler elde eden din adamları ve dini liderler de bu tablonun bir parçası. Böylece, din bir yönüyle halkı baskı altına alan bir araç, diğer yönüyle de insanların inançlarını sömürerek geçim kaynağı sağlayıcı bir meslek olarak kullanılmaktadır.

 

Son yarım asırdır Türkiye’de çıkar amaçlı için araç edilen “ inanç yalanları “ gün geçtikçe artarak coğalmakta önce insanlarımızın yatak odalarına, oradan günlük yaşamlarına, siyasetin içine, devlet kurumlarımıza, eğitim sistemize hukuk adalet sistemize, hatta güvenlik güçlerimizin içlerine kadar sokulmaktadır.

 

Kamil Kopuz

Dostça selamlarımla

Drunen, 18 Mart 2025

Kkopuz53@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

Makalenin tamamını oku