Siyasi partilerimiz, delege sisteminin erozyona uğramasıyla birlikte öyle bir noktaya geldi ki, her biri kendi içinde “kutsal” liderler yaratıyor.
Bu liderler, görevde kaldıkları sürece mutlak itaati şart koşuyor. Bütün başarısızlıklarına rağmen başarısızlığa da bir hikmet bulup, mağrur komutan edalarıyla koltuklarını korumayı sürdürüyorlar.
Doğal olarak bu yapıdan ne bir demokrasi kültürü doğuyor ne de canlı ve üretken bir siyasal tartışma ortamı çıkıyor.
Parti içinde demokrasiyi inşa edemeyenlerden ülkeye demokrasi getirmelerini beklemek ise başlı başına bir garabet.
Ta ki lider düşünceye kadar… Lider gidince ise birdenbire sövgüler başlıyor; geçmiş, lanet okumalarla dolu bir hikâyeye dönüşüyor.
Bu tablo bana iki çarpıcı örneği hatırlatıyor. İlki, Sovyetler Birliği’nde Stalin’in ölümünden sonra yaşananlar.
Stalin 1953’te öldükten sonra, 1956’da Nikita Kruşçev 20. Parti Kongresi’nde yaptığı ünlü “Gizli Konuşma” ile Stalin’in kişi kültünü sert biçimde eleştirmişti.
Yıllarca alkışlanan bir lider, bir gecede lanetli bir figüre dönüşmüştü.
Diğer örnek ise Shakespeare’in Julius Caesar tragedyasında karşımıza çıkar.
Sezar öldürüldüğünde Brütüs, Roma halkına onun diktatörlüğe kaydığını ve cumhuriyet uğruna öldürüldüğünü söyler. Ancak mezarı başında Brütüs’ün sinsi sessizliği, ihanetin asıl yüzünü ele verir.
Ardından Mark Antony sahneye çıkar; “Ben buraya Sezar’ı övmeye değil, gömmeye geldim” diyerek başladığı tiradında, Sezar’ın aslında farklı bir lider olduğunu göstermek için yoğun bir çaba harcar.
Antony, onun tiran olmadığını kanıtlamaya çalışır; halka bıraktığı vasiyeti ve krallığı reddedişini hatırlatır. Böylece dün kahraman, bugün hain ilan edilen Sezar’ın imgesini tersine çevirmeye uğraşır.
Bizim tarihimizde ise tam aksine, bambaşka bir örnek vardır.
Mustafa Kemal Atatürk, 1908’de üyesi olduğu İttihat ve Terakki’nin kongresinde dışlanmayı göze alarak partinin siyasi hatalarını açıkça eleştirmiştir.
Bu tavrı nedeniyle yıllarca önderlik kadrosu tarafından tecride uğramış ama inandığı değerler uğruna bedel ödemekten geri durmamıştır. O, lidere kör itaati bekleyen yapıya teslim olmamış; aksine, doğruları uğruna farklı bir yol açmıştır.
Bugün gerçekten yol göstermek isteyenlerin, bu örneklere iyi bakması gerekir. Çünkü gerçek liderlik, Brütüs’ün sinsi sessizliğinde değil; doğru bildiğinin ardında durabilenlerin cesaretinde ortaya çıkar.
The post Liderler ve Brütüsleri first appeared on Hollanda Haberleri.