Yurtdışında yaşayan biz Türkiye kökenli insanlar için artık alışıldık hale gelen bir sahne var: Türkiye’de bir yolsuzluk patlıyor, büyük paralar dönüyor, yetkililer sessiz kalıyor, sonra dosya yavaşça kapatılıyor. Ama bu defa mesele sadece Türkiye sınırlarıyla sınırlı değil. Çünkü işin ucu bizlere, yani Avrupa’daki Türk toplumuna da dayanıyor.
Yunus Emre Vakfı… Adını duyunca ilk akla gelen kültür, sanat, eğitim olmalıydı. Ama ne yazık ki bugün bu isim, 400 milyon liralık bir yolsuzlukla anılıyor. Naylon faturalar, paravan şirketler, yurt dışına kaçırılan yöneticiler ve göz göre göre yapılan bir soygun var ortada. Tüm bu usulsüzlüklerin merkezinde, devletin imkanlarını sınırsızca kullanan ve hesap vermeyen bir siyasi rejim bulunuyor: Tek adam rejimi.
Şimdi size buradan, Hollanda’dan bir örnek vereyim. Bizzat yaşadıklarımızı hatırlayalım. Geçtiğimiz seçimlerde muhalif partiler burada yaşayan vatandaşları sandığa taşımak için büyük zorluklar yaşadı. Otobüs kiralamak, insanları organize etmek, iletişim kurmak… Hepsi neredeyse imkânsız haldeydi. Ama iktidar cephesi, AKP ve MHP’nin koalisyonu, yüzlerce otobüsle seçmen taşıdı. Her yerde araçlar, camiler koordinasyon merkezleri gibi görev yaptırıldı. Hiçbir kaynak sıkıntısı yaşamadan…
Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Yanıt açık: Yunus Emre Vakfı gibi kurumlar üzerinden. Kültür diplomasisi bahanesiyle kurulan yapılar, iktidarın yurtdışındaki propaganda aygıtına dönüşmüş durumda. Bu vakıfların ofisleri sadece kültür etkinliği yapmıyor; aynı zamanda kaynak transferinin, siyasi örgütlenmenin ve seçim mühendisliğinin merkezi olarak kullanılıyor. Vergi veren Türk halkının cebinden çıkan paralar, Avrupa’da propaganda yapıldı otobüsleri bir güç gösterisi ve oy taşıması olarak kullanıldı.
Türkiye’de yargı, bu düzene göz yumuyor. Hükümetin kontrol ettiği bürokrasi, bu vakıfları koruyor. Kültür Bakanı’nın bizzat başkanlık ettiği bir yapının içinden çıkan skandal bile örtbas edilmeye çalışılıyor. Yöneticiler yurtdışına kaçıyor, iddianame hazırlanmıyor, kamuoyu susturulmak isteniyor.
Ancak biz susmayacağız.
Yurtdışında yaşayan her Türkiye kökenli yurttaş şunu bilmeli: Bu paralar bizim. Bu kaynaklar, Türkiye’de gençlerin eğitimi, işsizliğin azaltılması, sağlık sisteminin güçlendirilmesi için kullanılmalıydı. Oysa şimdi, seçimi manipüle etmek için, iktidarın Avrupa’daki propaganda şovlarına harcanıyor.
Bu yazı bir isyan çağrısı değil; bir uyanış çağrısıdır. Gerçekleri konuşmazsak, bu düzen daha da pervasızlaşacak. Yunus Emre’nin adını taşıyan bir vakfın adaletsizliğin simgesi haline gelmesine sessiz kalamayız.
Unutmayın: Gerçekleri dile getirmek, bir vatana ihanetse, biz o ihaneti gururla işleriz. Çünkü asıl ihanet, halkın parasını çalanlara göz yummaktır.