Adaletsizliğe Karşı Bir Vicdan Çağrısı
Bu dünyada yaşamak, bazen bir vicdan testine dönüşüyor. Her gün milyonlarca insan; açlık, savaş, sömürü, adaletsizlik ve yok sayılma karşısında sessizliğe mahkûm ediliyor. Bu tablo karşısında akıllara tek bir soru geliyor: İsyan etmek bir hak mı, yoksa bir zorunluluk mu?
Güç ve Adalet Arasındaki Çelişki
İnsanlık tarihinin en eski çelişkilerinden biri, gücü elinde bulunduranlarla adaleti talep edenler arasında yaşanıyor. Bugün de bu çelişki tüm çıplaklığıyla karşımızda duruyor. Gücü ele geçiren, çoğu zaman bunu bir adalet aracı olarak değil, bir tahakküm aracına dönüştürüyor. İşverenler, çalıştırdıkları insanları “insan” değil, adeta bir üretim aracına, bir köleye indirgemekte sakınca görmüyor. Emek sömürüsü, modern zamanların en kibar ama en vahşi düzenlerinden biri haline gelmiş durumda.
Savaşlar, Sessizlik ve Tanrısal Sorgu
Savaşların çoğu, birkaç politikacının kararıyla başlıyor; ama bedelini halk ödüyor. Ölenler çocuklar, kadınlar, yaşlılar oluyor. Kentler yıkılıyor, hayatlar sönüyor. İnsan ister istemez şu soruyu soruyor: Eğer Tanrı adilse, tüm bu zulme neden sessiz kalıyor?
Masum bebekler ölürken, adaletin terazisi neden sarsılıyor? Bu soru sadece felsefi değil; aynı zamanda vicdani bir hesaplaşmayı da beraberinde getiriyor.
Eşitsizlik: Gözle Görülür Bir Felaket
Bir yanda milyarlarca dolarlık servete sahip insanlar; diğer yanda ekmeğe, suya, bir tas çorbaya muhtaç milyonlar… Sokakta yatanlar, çöpten beslenenler, tedavi olamayan hastalar… Bu kadar uçurumun olduğu bir dünyada, mevcut düzenin adil olduğu söylenebilir mi? Ekonomik sistemin çarkları dönmeye devam ederken, bu çarkın altında ezilen insanlar görmezden geliniyor.
Gıdada Zehir, İlaçta Sermaye
Tükettiğimiz gıdaların içeriği artık birer bilimsel muammaya dönüşmüş durumda. Katkı maddeleri, genetiğiyle oynanmış tohumlar, hormonla büyütülen hayvanlar… Doğallık çoktan terk edilmiş bir değer. Öte yandan, bu beslenme sisteminin doğurduğu hastalıklar ilaç firmaları için kârlı bir pazar anlamına geliyor. Milyar dolarlık ilaç sektörü, bir yönüyle hastalıkların değil, hastaların devamlılığını istiyor gibi.
Hollanda televizyonunda sağlık konulu bir programda bir katılımcının şu tespitini unutmuyorum: “İlaç sektörü sağlıklı insan istemez.”
Dini Yapılar ve Siyaset: Yeni Çağın Terörü
Kimi siyasetçiler, kimi dini yapılar, tarikatlar ve cemaatler; inancı ya da ideolojiyi birer kitle kontrol aracı hâline getirmiş durumda. İnsanların umudu, inancı, korkusu; çeşitli çıkar gruplarının menfaatlerine hizmet edecek şekilde istismar ediliyor. Dünya bugün, terörün sadece bombayla değil; düşünceyle, bilgiyle, ideolojiyle de yapıldığını yaşıyor.
İsyan: Suç mu, Sorumluluk mu?
Tüm bu manzaraya bakınca insanın aklına gelen en doğal refleks şu oluyor: İsyan etmek!
Evet, isyan etmek; zulme, sessizliğe, sömürüye, adaletsizliğe, sahtekârlığa, ikiyüzlülüğe karşı ayağa kalkmak… Bu sadece bir hak değil, aynı zamanda insan olmanın, vicdan sahibi olmanın bir gereğidir.
Ama bu isyanın bir yakıp yıkma değil, farkındalıkla örgütlenmiş bir vicdan hareketi olması gerekir: Kalemle, sanatla, sözle, bilgiyle ve dirençle…
İsyan etmek; yıkmak için değil, yeniden ve daha adil bir dünya kurmak için ses çıkarmaktır.
Çünkü bazen susmak, en büyük suçtur.