İnsan olmak, sadece biyolojik bir varlık olarak doğmakla sınırlı değildir. Düşünebilen, hissedebilen, değer yargıları oluşturabilen bir varlık olarak insan, yaşam boyu süren bir gelişim ve sınav içerisindedir. Ancak asıl mesele, insan olarak doğmak değil, insan kalabilmektir. Çünkü insanlık, sadece bir kimlik değil, aynı zamanda bir tavır, bir duruş ve bir sorumluluktur. Ama çok az insan bunun bilinci içinde hareket ediyor ve toplumsal sorunların başlıca nedenlerinin biriside bu olsa gerek. “Bir insanın sana neler verebileceği değil senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir. .” – Friedrich Hegel
İnsan, hem biyolojik hem de sosyal bir varlıktır. Biyolojik olarak insanlar belirli fizyolojik ve genetik özelliklere sahipken, asıl farklılığı yaratan sosyal ve ahlaki boyuttur. Bir toplum içinde yaşayan bireyler, değerler ve normlar sayesinde bir kimlik kazanırlar. Empati, merhamet, adalet gibi kavramlar, insanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerdir.
İnsan kalmak, belirli ahlaki değerleri benimsemek ve bu değerleri hayatın her alanında yaşatmakla mümkün olur. Merhamet, vicdan, adalet, saygı, hoşgörü gibi kavramlar insanın karakterini inşa eder. Ancak modern dünyada bu değerler kimi zaman unutulmakta, bireycilik ve çıkar ilişkileri öne çıkmaktadır. İşte bu noktada insan kalabilmek için bilinçli bir çaba sarf etmek gerekir.
Günümüzde teknoloji, hızlı yaşam temposu, kapitalizm ve bireyselleşme insanın özünden uzaklaşmasına neden olabiliyor. Dijital dünya, gerçek bağlantıları zayıflatırken, rekabet ön plana çıkıyor ve insanlar arasındaki dayanışma azalabiliyor. Ancak tüm bu koşullara rağmen insan kalabilmek, bireyin kendi değerlerini koruması ve bu değerleri topluma yansıtması ile mümkün olur.
Farklı kültürler, tarihsel ve toplumsal gelişim süreçleri nedeniyle değişik şekillerde merhamet, vicdan ve adalet anlayışı geliştirmiştir. Batı toplumlarında Aydınlanma ve sanayi devrimiyle birlikte bireysel haklar, hukuk sistemi ve demokratik yapılar gelişmiştir. Hukukun üstünlüğü ve kurumsallaşmış sosyal düzgünlük, bireylerin adalet ve merhamet anlayışının sistematik bir şekilde uygulanmasına olanak tanımıştır.
Orta Doğu’da ise tarih boyunca süregelen siyasi istikrarsızlık, otoriter yönetimler ve toplumsal krizler, toplumsal güvenin zedelenmesine yol açmıştır. Bu bölgede bazı ülkelerde hukuk sistemi siyasi otoriteye bağlı olduğundan, bireylerin adalet ve vicdan duyguları çoğu zaman farklı şekillerde yaşanmaktadır.
Ayrıca, Batı’daki eğitim sistemi birey odaklı ve eleştirel düşünmeyi teşvik eden bir yapıya sahipken, Orta Doğu’da bazı bölgelerde geleneksel ve otoriteye dayalı bir eğitim anlayışı baskındır. Bunun sonucunda bireylerin empati ve sosyal adalet algıları farklı biçimlerde gelişebilmektedir.
Tüm bunlar, toplumlar arasındaki merhamet, adalet ve ahlak anlayışında gözle görülür farklılıklara neden olmaktadır.
İnsan olmak bir başlangıç noktasıdır; ancak insan kalmak sürekli bir çaba gerektirir. Merhametli, vicdanlı, adaletli ve ahlaklı bireyler olarak topluma katkı sağlamak, insan kalmanın en önemli gerekliliklerindendir. İşte bu nedenle her birey, insan olmanın ötesine geçerek insan kalmayı hedeflemelidir.
“İnsan olmak kolaydır, asıl mühim olan insan kalabilmektir.”
Ne güzel ifade etmiş büyük vatan şairimiz Nazım Hikmet;
“ Alçaklığın,hainliğin, iki yüzlülüğün, puşluğun, kısacası cümle kokuşmuşluğun at oynattığı bir dönemde yaşamdam zevk alabilmek ancak zayıfların bahtiyarlığıdır.”
Esas olan;
Sadece yaşamak değil, insana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır.
Teslim olmadan,
Boyun eğmeden,
Sürünmeden,
El etek öpmeden yaşamaktır.
Dostyça selamlarımla…
Kamil Kopuz