Ömrünün büyük kısmını Hollanda’da gaztecilik yaparan geçiren Usta Gazeteci İlhan Karaçay, 80 küsür yaşına rağmen araştırmaya, yazmaya devam ediyor.
Yıllardır süren Sözde Ermeni Soykırım lakırtılarının tamamen yalandan ibaret olduğunu, tarihi bilgi, belgelerle ortaya koyan, her yıl Nisan ayı geldiğinde sözde “ soykırım yalanı ile Hollanda’da gündem olan konuyna usta gazteci bu yıl da sessiz kalmadı.

“Yıllardır bu konuda araştırma yapan, yazılar yazan biri olarak artık çok net ifade ediyorum: Bu bir tarih muhasebesi değil, siyasi bir dayatmadır. Ve bu dayatmanın ne gerçeği, ne vicdanı, ne de tarihî sorumluluğu vardır.” diye başlayan işte İlhan Karacay’ın bugünkü yazısı:
BİR BATILININ KALEMİNDEN GERÇEĞİN İTİRAFI
Yıllar önce, 1920’de Hollanda’nın Algemeen Handelsblad gazetesinde çıkan bir yazıyı gün yüzüne çıkardım. O yazının yazarı, Hollandalı gazeteci George Nypels’ti. Nypels, 1918 yılında Ermeni-Rus sınırında bulunmuş, olayları yerinde görmüş ve birebir tanıklık etmiş bir isimdi. Nijpels, 1915 olaylarının bir “soykırım” değil, karşılıklı bir etnik çatışmanın ve savaşın dehşetini yansıtan trajik bir sonuç olduğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.

Nypels’in yazdıkları yalnızca bir savaş muhabirinin izlenimlerinden ibaret değildir. Onunki, olayları kendi gözleriyle görmüş, her iki tarafın da yaşadığı dramları içtenlikle aktaran, dönemin sosyal psikolojisine, siyasal denklemine ve kültürel kodlarına hâkim bir Batılının samimi itirafıdır. Onun sözleri aslında bugün dahi geçerliliğini koruyan bir gerçeği haykırmaktadır.
GERÇEKLERLE ÇATIŞAN BATI ALGISI
Batı’da, özellikle 1980’lerden itibaren yükselen sözde “Ermeni Soykırımı” söylemi, tarihsel bir hakikat arayışından ziyade, siyasi ve ideolojik motivasyonlarla desteklenen bir hafıza inşasıdır. Bu inşa sürecinde, Osmanlı arşivleri, dönemin tanıkları ve karşılıklı acıları anlamaya yönelik çabalar görmezden gelinmiş, hatta sistematik olarak bastırılmıştır.
Hollanda’da son dönemde bu meselede alınan kararlar da, işte bu çarpık tarih okumasının tezahürüdür. George Nypels gibi gerçek gazetecilerin yazıları, bugün sistematik biçimde yok sayılmakta; yerine, tarihsel belgelere dayanmayan, çoğunlukla lobilerin etkisiyle şekillenmiş anlatılar yerleştirilmektedir.
PEKİ, NEDEN?
Çünkü bu tür “tanımalar”, Batı’nın hem kendi vicdanını rahatlatma çabasıdır, hem de uluslararası arenada Türkiye gibi, yükselen bölgesel güçlere karşı birer baskı kartı işlevi görmektedir. 1915 olayları gibi son derece karmaşık ve çok boyutlu bir tarihsel mesele, günümüzün siyasi araçlarına dönüşmekte, “soykırım” kavramı ise içi boşaltılarak bir propaganda silahı haline getirilmektedir.
GEORGE NYPELS’İN TANIKLIĞI NEDEN ÖNEMLİDİR?
Nypels’in yazısı sadece tarihsel bir belge değil, aynı zamanda bir zihniyet eleştirisidir. O, Avrupalı bakış açısının Doğu halklarını tek boyutlu, genellikle barbar ve ilkel gören oryantalist yaklaşımına karşı durarak, olayların her iki tarafındaki insani dramı anlamaya çalışmıştır.
Savaşın ve kaosun hâkim olduğu bir coğrafyada, hiçbir tarafın masum olmadığını, olayların tek yönlü anlatılamayacağını ısrarla vurgulamıştır. Özellikle Fransisken rahibin sözleri bu bağlamda çarpıcıdır: “Bu savaşta ne Türk ne de Ermeni tamamen suçsuzdur. Bu topraklarda çatışma, bir yaşam biçimi, bir kader halini almıştır.”
Bugün hâlâ bu uyarılara kulak verilmemesi, Ermeni iddialarının yalnızca politik zeminde değerlendirilip, tarihsel bir perspektiften yoksun olarak kabul edilmesi, gelecekte daha büyük sorunlara da zemin hazırlamaktadır.
ÇİFTE STANDARTLAR VE BATI’NIN SEÇİCİ HAFIZASI
Batı’nın tarih konusunda ne kadar seçici davrandığı ortadadır. Cezayir’de yüz binleri katleden Fransızlar, Belçika Kongo’sunda milyonlarca insanı köleleştiren sömürgeciler, Ruanda’daki katliamları görmezden gelenler; bugün kalkıp Türkiye’yi “soykırımcı” ilan edebiliyorlar.
Oysa kendi tarihleriyle yüzleşmemiş, sömürge geçmişlerini aklamamış devletlerin başka milletlerin tarihini mahkûm etmeleri, hem etik dışıdır hem de tarih ilmine ihanettir.
Hollanda Parlamentosu’nun aldığı bu karar, sadece Türk milletine değil, aynı zamanda tarihe ve akademik dürüstlüğe de bir saldırıdır.
“SOYKIRIM” SÖYLEMİ TARİHTEN DEĞİL, SİYASETTEN BESLENİYOR
Bugün “soykırım” söylemini en çok savunanların bir kısmı, bu olaylara dair Osmanlı arşivlerini bile incelememiştir. 1915 yılında Osmanlı’nın aldığı tehcir kararının ne amaçla yapıldığını, bölgedeki Ermeni çetelerinin ne gibi katliamlar yaptığını bilmeden ya da bilmezden gelerek bu söylemi sürdürüyorlar.
Bu iddiaların, tarihçiler yerine siyasetçiler tarafından dillendirilmesi bile başlı başına bir sorundur. Tarih, parlamento oylamalarıyla değil, belgelerle ve vicdanla yazılır. Ne yazık ki, Ermeni lobilerinin baskısı, Avrupa’daki bazı parlamentoları tarihi istismar etmeye sevk ediyor.
Bir milletin tarihi, siyasi pazarlıklara kurban edilmemelidir.
ARŞİVLER AÇIK, BUYURUN TARTIŞALIM
Türkiye yıllardır çağrı yapıyor: “Tarihi tarihçilere bırakalım. Arşivler açık. Herkes gelip inceleyebilir.” Ancak bu çağrılar karşılık bulmuyor. Çünkü mesele hakikati bulmak değil, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak.
Oysa bugün Doğu Anadolu’nun pek çok yerinde toplu mezarlar hâlâ sessizce haykırıyor: Van’da, Erzincan’da, Bayburt’ta, Kars’ta ve Erzurum’da Ermeni çeteleri tarafından katledilen binlerce Türk’ün kemikleri, bu tarihsel manipülasyonlara en güçlü cevaptır.
PEKİ, NEDEN ŞİMDİ VE NEDEN YİNE HOLLANDA?
Bu sorunun yanıtı hem basit hem karmaşıktır. Basit, çünkü Avrupa’daki bazı siyasi çevreler, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için tarihî meseleleri araçsallaştırmayı kolay bir taktik olarak görmektedir. Karmaşık çünkü bu kararlar yalnızca Ermeni lobisinin baskısıyla alınmamaktadır. Aynı zamanda Türkiye’nin bölgede izlediği bağımsız dış politika, yükselen ekonomik gücü ve Avrupa’nın ikiyüzlü değer sistemine meydan okuması da bu kararlarda etkili olmaktadır.
Hollanda Parlamentosu’nun bu yıl aldığı kararda dikkate değer olan bir başka husus, her yıl 24 Nisan öncesi bu tartışmaların alevlendirilmesi ve neredeyse bir “tören” havasında yeniden gündeme taşınmasıdır. Aynı klişeler, aynı çarpık kaynaklar ve aynı siyasi şablonlar üzerinden sürdürülen bu kararlar, aslında bir vicdan muhasebesinden çok, diplomatik koz arayışının sonucudur.
Bu tür parlamenter oylamalarla Türkiye’ye mesaj verildiği sanılmakta ama gerçekte olan şey şudur: Bu kararlarla yalnızca Türk milletinin tarihi değil, Avrupa’nın kendi değerleri de zedelenmektedir. Zira adalet, ancak hakikatin peşinde koşarak sağlanır; yargısız infazlarla değil.
Bu tür siyasi manevralar, Türkiye’yi bastırmak için kullanılan yıpranmış yöntemlerdir. Ancak artık dünya değişiyor. Gerçekleri dile getirenler susturulamıyor. George Nypels’in 100 yıl önce yazdıkları, bugün yeniden arşivlerden çıkarılıyor ve genç kuşaklara anlatılıyor.
Biz gerçeklerin ne olduğunu biliyoruz. Belgeler elimizde. Vicdanlarımız temiz. Ve en önemlisi, bu ülkenin çocuklarına doğruları anlatmaya devam edeceğiz.
YILLARDIR BU GERÇEĞİ YAZIYORUM:
SUSMADIM, SUSMAYACAĞIM
Bu konuda yıllardır yazıyor, araştırıyor ve kamuoyunu bilgilendiriyorum. Birçoğu tarafından bilinmeyen belgeleri ortaya çıkardım. George Nypels’in 1920’deki yazısını bulup Türkçeye kazandırdığımda, bu belgelerle yüzleşmek istemeyenlerin nasıl sessiz kaldıklarını bir kez daha gördüm.
Bugüne kadar bu konuda onlarca yazı, belge, röportaj ve makale yayımladım. Hollanda basınına gönderdim, parlamenterlere ilettim, gazetelere gönderdim, basın bildirileri hazırladım. Ancak karşımızda ne yazık ki tarih değil, siyasetle çalışan bir mekanizma var.
Hollanda’da yayınlanan ve 24 Nisan’a denk getirilerek piyasaya sürülen “De Armeense Gruwelen Ermeni Vahşeti” isimli kitapta bile bu gerçeklere yer verilmedi. Nypels’in tanıklığı, bilerek göz ardı edildi. İşte bu yüzden, bizim görevimiz bir kat daha ağır. Bu gerçekleri anlatmaya devam etmeliyiz, çünkü biz sustukça tarihi başkaları yazar.
Ben susmadım. Bugüne kadar ne yazdıysam arkasındayım. Her yeni belgeyle, her yeni yalanla savaşmaya da devam edeceğim.
BU BİR TARİH MUHASEBESİ, DEĞİL, SİYASİ DAYATMADIR
Bu noktada net bir ayrım yapmak gerekir: 1915 olaylarının “soykırım” olup olmadığını tarihçiler tartışmalıdır; siyasetçiler değil. Ancak ne yazık ki, bu mesele, özellikle Batı’da akademik dürüstlükten uzak, tamamen lobilerin yönlendirdiği, duygulara hitap eden ve tek taraflı bir anlatıya indirgenmiş durumdadır. Oysa soykırım gibi ağır bir suçlama, yalnızca belgeler, tanıklar ve bilimsel analizler çerçevesinde ele alınabilecek kadar ciddi bir konudur.
GERÇEK GECİKİR AMA GELİR
Nypels’in tanıklığı gibi belgeler, Ermeni iddialarının yalnızca “Türkler masum Ermenileri kesti” anlatısından ibaret olmadığını gösteriyor.
Bugün, George Nypels’in 105 yıl önce yazdığı yazılar bile sansürleniyor, yok sayılıyor, görmezden geliniyorsa; bu, gerçeğin değil propagandanın peşinde koşan bir dünya düzeni ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir.
Ancak yine de, gerçeğin bir huyu vardır: Gecikir ama mutlaka ortaya çıkar.
Ve bu gerçeği dillendiren sesler susmadıkça, tarih çarpıtılamayacak kadar güçlü kalacaktır.
Ermeni iddiaları meselesi, tarihsel gerçeklerin çarpıtılması ve siyasi çıkarların ön planda tutulmasıyla şekillenen, uzun süredir devam eden bir tartışmadır. 1915 olayları, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş koşullarında aldığı sevk ve iskân kararları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bu kararlar, güvenlik gerekçeleriyle alınmış olup, belirli bölgelerdeki Ermeni nüfusunun başka bölgelere taşınmasını öngörmüştür.
Ancak, bu tarihi olaylar, zamanla bazı çevreler tarafından “soykırım” olarak nitelendirilmiş ve bu iddialar uluslararası platformlarda siyasi baskı aracı haline getirilmiştir. Oysa ki, dönemin belgeleri ve tarafsız raporlar, bu iddiaların gerçeklerle örtüşmediğini göstermektedir. Örneğin, ABD’li General Harbord’un başkanlık ettiği heyetin raporu, Ermenilerin Osmanlı topraklarında gerçekleştirdiği isyan ve katliamları belgelemekte, ancak Osmanlı yönetiminin sistematik bir soykırım politikası izlediğine dair herhangi bir kanıt sunmamaktadır .
ERMENİSTAN BAŞBAKANI BİLE GERÇEĞİ GÖRDÜ
Günümüzde, Ermenistan’da bile bu iddialara yönelik sorgulamalar başlamıştır. Başbakan Nikol Paşinyan’ın açıklamaları, “soykırım” iddialarının, artık Ermenistan’ın dış politika öncelikleri arasında yer almadığını ve bu konunun daha çok tarihsel bir mesele olarak ele alınması gerektiğini göstermektedir .
Bu bağlamda, tarihi olayları objektif bir şekilde değerlendirmek ve siyasi çıkarlar uğruna çarpıtmamak önemlidir. Tarih, duygusal tepkilerle değil, belgeler ve objektif analizlerle anlaşılmalıdır. Bu yaklaşım, hem geçmişin doğru anlaşılmasını sağlar hem de gelecekte benzer hataların tekrarlanmasının önüne geçer.
Biliyorum, bu yazdıklarım birilerini rahatsız edecek. Ama olsun. Çünkü tarih, bir gün mutlaka gerçeği ortaya çıkarır. Bugün George Nypels’in 1920’de yazdıklarını yeniden ortaya koyabiliyorsak, bu bile bir şeydir.
Ben gazeteciyim. Ve gazeteci olarak görevim, neyin “olduğunu” değil, neyin “gerçek” olduğunu anlatmaktır. Gerçek ise nettir: 1915’te bir soykırım değil, iki halk arasında korkunç bir trajedi yaşanmıştır. Ve bu trajedi, sadece Ermenilerin değil, Türklerin de dramıdır.
Bir tarafın acısını kutsayıp, diğerini yok sayarsanız, adaletin değil, propagandanın parçası olursunuz.
Ben tarihçi değilim ama tanıklıkları okuyabilen bir hafızam, arşivleri inceleyebilen gözüm, belgeleri araştırabilen kalemim var.
Ve ben bu kalemi kırmayacağım.
NHaber.nl