Toplumsal Yalnızlık mı, Yaşlanmanın Kaçınılmaz Gerçeği mi?
Yaşamı sonlandırma kararı artık sadece bireysel bir tercih değil, toplumun vicdanını ve değerlerini sorgulayan bir göstergeye dönüşüyor.
Hollanda’da geçtiğimiz yıl yaklaşık 10 bin kişi ötanaziyi tercih ederek yaşamına son verdi. Bu rakam, bir önceki yıla göre yüzde 10’luk bir artış anlamına geliyor. İlk bakışta, yaşlanan nüfus ve kronik hastalıklardaki artış bu veriyi açıklıyor gibi görünse de, işin derinine inildiğinde daha karmaşık ve insani bir tablo ortaya çıkıyor.
Geçtiğimiz yıl, 54 çift birlikte ötanaziyi tercih etti. Bu yalnızca eşleri değil, yakın aile bireylerini de kapsayan dikkat çekici bir artış. Bu durum, “ölümde bile yalnız kalmamak” arzusu ile “yaşam artık birlikte taşınamayacak kadar ağır” duygusunun iç içe geçtiği bir insanlık hikâyesine dönüşüyor.
219 kişi, psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle ötanazi talep etti. Bunlardan 30’u 18-30 yaş aralığındaydı. Bu genç yaşta ötanaziye yönelmek, sadece bireysel psikolojik durumları değil, toplumun genç bireyleriyle kurduğu ilişkiyi, empati düzeyini ve destek sistemlerini de sorgulamamıza neden oluyor.
2002’den bu yana yasal olan ötanazi, belirli koşullar altında bir hak olarak tanınıyor. Ancak uzmanlar, bu hakkın uygulanmasında doktorların karar sürecinde yaşadığı belirsizliklere ve etik sınırların bulanıklaşmasına dikkat çekiyor. 2024’te altı vaka, doktorların gerekli özeni göstermemesi nedeniyle savcılığa taşındı.
Toplumun ötanaziye yaklaşımı artık sadece bir sağlık sistemi veya yasal düzenleme meselesi değil. Bu, aynı zamanda yalnızlık, umutsuzluk, yaşlılık, kronik hastalıklar ve ruhsal yıkım gibi çok katmanlı insan deneyimlerinin bir yansıması.
Ötanazi bir tercih olabilir, ancak bu tercihi doğuran koşullar toplumsal bir aynadır. Bu aynaya bakmak, sadece Hollanda için değil, tüm toplumlar için bir ödev niteliğindedir.