DİN, SİYASET ve TOPLUM

1 saat önce 7

Birinci Bölüm

Tarih boyunca din, toplumların ortak değerlerini şekillendiren, insanlara yaşam anlamı sunan güçlü bir inanç sistemi olmuştur. Ancak bu manevi gücün siyasal iktidarlar tarafından araçsallaştırılması, yalnızca bireyin inanç dünyasını değil; devletin yapısını, toplumun özgürlük alanlarını ve gelecek kuşakların eğitimini de derinden etkileyen sonuçlar doğurmuştur.

 

Modern devlet anlayışı; eşit yurttaşlık, özgür düşünce, laik hukuk sistemi ve bilimsel temelli eğitimle birlikte gelişmiştir. Ne var ki bazı ülkelerde dinin siyasal alana egemen kılınması, bu temel ilkeleri aşındırmakta; toplumları içine kapanık, tek tipleştirici, sorgulamayan ve itaat eden bireylerden oluşan yapılar hâline getirmektedir. Eğitim sistemi din eksenine kaydırıldığında bilim geri çekilir; ekonomi inanç temelli yönetildiğinde ise liyakat ve verimlilik yerini sadakat ve keyfiliğe bırakır.

 

Siyasi iktidarların halk üzerinde kurmak istedikleri egemenliği sağlamlaştırmak için tarih boyunca başvurduğu en etkili araçlardan biri din olmuştur. İnanç sistemlerinin toplumlar üzerindeki duygusal, kültürel ve moral etkisi, bazı yönetim anlayışları için iktidarlarını meşrulaştırmanın ve sürdürmenin en kestirme yolu hâline gelmiştir. Bu süreçte din adamları siyasetin içine çekilmiş, vaaz kürsüleri birer siyasi propaganda aracına dönüştürülmüştür.

 

Bu durum yalnızca dini inançların siyasete karışmasıyla sınırlı kalmaz; aynı zamanda siyasal kararların da dini referanslarla şekillendirilmesine yol açar. Yasalar, birey hakları ve toplumsal düzen; akla ve evrensel hukuk normlarına değil, belli bir dini anlayışın çizdiği sınırlara göre biçimlenmeye başlar. Bu yaklaşım, farklı inanç gruplarının dışlanmasına, laik kesimlerin ötekileştirilmesine ve toplumun dinsel kimlikler üzerinden ayrıştırılmasına neden olur.

 

Siyasi iktidarın din üzerinden yürüttüğü bu strateji, halkın dini duygularını sömürerek sadakat kazanmayı hedefler. “İktidara karşı çıkmak, dine karşı çıkmaktır” gibi bir algı yaratılarak eleştiri kültürü bastırılır; muhalefet suç unsuru gibi gösterilir. Böylece siyaset, toplumsal uzlaşıyı sağlamak yerine, dini duygular üzerinden ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir zemine çekilmiş olur.

 

Oysa modern demokrasi, devletin tüm inançlara eşit mesafede durmasını; bireyin dini inancını özgürce yaşamasını ama bu inancın kamusal düzeni belirlemesini engelleyen bir çerçeveyi esas alır. Aksi takdirde din, bir inanç sistemi olmaktan çıkıp bir iktidar aracına dönüşür — ve bu, hem dini yozlaştırır hem de toplumu baskılar.

 

Eğitim sistemi, bir toplumun geleceğini şekillendiren en temel kurumlardan biridir. Bilimsel, eleştirel ve özgür düşünceye dayalı bir eğitim anlayışı; bireylerin yaratıcı, sorgulayan ve katılımcı yurttaşlar olarak yetişmesini sağlar. Ancak dinin eğitim sistemine egemen hâle gelmesi, bu temel işlevi sekteye uğratır ve geleceği inşa etmek yerine geçmişe hapseden bir yapıya dönüşür.

 

Dinin eğitim alanında ağırlık kazanması, öncelikle müfredatın içeriğinde kendini gösterir. Evrim kuramı, felsefe, çağdaş bilimsel gelişmeler ve seküler etik gibi derslerin ya tamamen kaldırılması ya da dini değerlerle çelişmeyecek biçimde yeniden düzenlenmesi; genç nesillerin evrensel bilgiye ulaşmasını engeller.

 

Sorgulayan bireyler yerine, itaat eden, hazır bilgiye inanan bireyler yetiştirilir. Böyle bir sistemde “neden” sorusu yerini “nasıl emredildiyse öyle” anlayışına bırakır.

 

Ayrıca, dini cemaat ve vakıfların eğitim alanında teşvik edilmesi ve kamu kaynaklarıyla desteklenmesi, kamusal eğitimi gölgede bırakır. Bu yapılar; yurtlar, okullar ve kurslar aracılığıyla sadece akademik değil, ideolojik bir eğitim verirler. Bu durum sadece eğitimin kalitesini düşürmekle kalmaz, aynı zamanda çocukların zihinsel ve duygusal gelişimini de tek yönlü hâle getirir.

 

Eğitim, tüm yurttaşlara eşit ve tarafsız bir şekilde sunulması gereken bir kamu hizmetidir. Ancak dinselleştirilmiş bir eğitim sistemi, eşitlik ilkesini zedeler; farklı inançlara sahip bireyler için baskı ortamı yaratır. Özellikle kız çocuklarının eğitime erişimi, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi alanlarda ciddi gerilemeler gözlemlenir. Bilim, sanat, teknoloji gibi alanlar geri plana itildikçe, ülkenin kalkınma dinamikleri de zayıflar.

 

Sonuç olarak, eğitimin dinselleştirilmesi; sadece bireyin özgürlüğünü değil, bir toplumun dünya ile olan bağlarını da koparır. Böyle bir sistem, halkın evrensel bilgiyle donanmış bireyler olmasını değil, belirli bir inanç çerçevesine sıkışmış kitleler hâlinde kalmasını sağlar.

 

Bu yazımın devamını gelecek hafta sizlerle paylaşacağım.

 

Dostça selamlarımla,

Drunen, 22 Nisan 2025

Kamil Kopuz

kkopuz53@gmail.com

Makalenin tamamını oku