1990’lar, dünya siyasi dengelerinin dramatik biçimde değiştiği bir dönemin başlangıcı oldu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sona eren iki kutuplu dünya düzeni, yerini ABD’nin liderliğini yaptığı tek kutuplu bir sisteme bıraktı. Ancak bu yeni düzen, sadece güç merkezinin kayması değil, aynı zamanda küresel ölçekte kaosu ve çatışmayı artıran bir süreç olarak şekillendi.
ABD, hegemonik üstünlüğünü pekiştirmek ve dünya üzerindeki kontrolünü derinleştirmek için “böl, parçala, yönet” taktiğini devreye soktu. Bu stratejinin ilk hedefi, bir zamanlar kardeşçe bir arada yaşamış Yugoslavya oldu. Etnik, dini ve kültürel farklılıkların kışkırtıldığı bölgede, ülke parçalanarak acılarla dolu bir enkaza dönüştü. Yugoslavya’da yaratılan bu parçalanmışlık, sadece bölge halklarının değil, Avrupa’nın da üzerinde silinmesi zor izler bıraktı.
Bu stratejinin bir diğer uygulama sahnesi, “Turuncu Devrimler” adıyla post-Sovyet ülkelerde gerçekleşti. ABD, bu ülkelerde kendi yanlısı yönetimleri iktidara taşımak için organize ettiği bu operasyonlarla, siyasi haritaları yeniden şekillendirdi. Özellikle Ukrayna ve Gürcistan’da tanık olunan bu müdahaleler, bölgede istikrarsızlık ve kutuplaşmayı körükledi.
Latin Amerika ise darbeler ve suikastların hedefi oldu. ABD karşıtı liderlere yönelik askeri müdahaleler ve siyasi komplolar, kıtanın neredeyse tamamında yıllardır süren bir huzursuzluk ortamı yarattı. Ancak bu coğrafyaların ötesinde, daha büyük ve kapsamlı bir proje devreye sokulmuştu: Büyük Ortadoğu Projesi (BOP).
BOP, ABD’nin Ortadoğu’ya demokrasi getirme iddiasıyla başlattığı bir yıkım sürecini ifade ediyor. Irak’la başlayan bu “demokrasi taşıma” operasyonları, Libya, Yemen ve son olarak Suriye’ye uzandı. Ancak Suriye, ABD’nin bu projedeki başarısızlığının ve dünya düzenindeki değişimin sinyallerini verdiği bir döneme işaret etti. ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni, burada çok kutuplu dünyanın direnciyle karşılaştı.
Suriye, sadece bölgesel güçlerin değil, aynı zamanda küresel aktörlerin sahneye çıktığı bir satranç tahtasına dönüştü. Rusya ve Çin gibi güçler, ABD’nin hegemonyasına karşı durarak yeni bir denge arayışına girdiler. Bölge ülkeleri ise kendi güvenlik kaygıları ve çıkarları doğrultusunda bu çatışmanın bir parçası olmaktan kaçamadılar.
Ancak bizlere bu kaotik tabloda sunulan sahne oldukça basit: Colani’nin kravatı. Görünüşte bir “temiz” yüz, bir “ılımlı” lider imajıyla lanse edilen aktörler, aslında derin ve kirli bir oyunun parçası. Colani ve benzeri figürler, sadece birer araç; dünya halklarına sunulan büyük tiyatronun bir detayı. Onlarca terör saldırısını örgütlemiş birisinin bir kravat takarak devlet adamı olacağı algısının oluşturulması, ancak çağımızın belleksizliği ile açıklanabilir.
Bugün Suriye’de yaşanan savaşın kazananı henüz netleşmedi. Ancak bildiğimiz bir gerçek var: Tek kutuplu dünyanın sınırları çatırdıyor ve çok kutuplu bir dünya düzeninin yükselişi hız kazanıyor. Bu düzen, yeni riskler ve fırsatlarla şekilleniyor. Oyun devam ediyor, piyonlar değişiyor, ama perde arkasındaki güç savaşı hiç bitmiyor.
Colani’nin kravatı, bu büyük oyunun sadece bir simgesi. Bu sembol üzerinden dünya halklarına “ılımlı bir çözüm” sunuluyor gibi görünse de, aslında kazanan, bu kravatın ardındaki gerçek aktörler oluyor. Bugün savaşın flu olan sonucu, yarın dünya halklarının geleceğini belirleyecek bir netliğe kavuşacak mı? Bu sorunun cevabı, hepimizin bu oyunu ne kadar iyi okuyabildiğine bağlı.
Yazıyı bitirirken, bize düşen en büyük görev; “kravatlara” değil, perde arkasındaki ellere bakmaktır. Dünya yeniden şekillenirken, olan biteni anlamak ve sorgulamak, geleceğimizi korumanın tek yoludur.
The post Colani’nin Kravatı first appeared on Hollanda Haberleri.