Bir Avukat, Bir Faşist, Bir Ülke…

2 saat önce 6

1931 yılında Berlin’de bir mahkeme salonunda genç bir avukat, Hans Litten, doğruldu ve Hitler’i sorguya çekti. Nazilerin işçilere saldırdığı bir olayın hesabını soruyordu. “Yasal yoldan iktidara yürüyoruz” diyen Hitler’e, “O zaman neden silahlar konuşuyor?” diye sordu. Salonda buz gibi bir sessizlik oluştu. Hitler öfkelendi, sinirlerine hâkim olamadı. Litten ise bir hukukçu olarak görevini yaptı. Bu cesaretin bedeli ağır oldu. Tutuklandı, işkenceden geçirildi ve sonunda Dachau Toplama Kampı’nda, demir parmaklıklar ardında intihara sürüklendi.

 

Hans Litten susturuldu. Ama onun susturulması, bir ülkenin karanlığa gömülmesinin ilk adımıydı.

Bugün aynı karanlık sesler Türkiye’den de yükseliyor.

 

Adaletin olmadığı yerde hukuk, bir dekorasyondan ibarettir. 1930’ların Almanya’sında yargı, bağımsız yargıçlardan arındırıldı. Mahkemeler, “Almanya bize yeter” sloganları eşliğinde birer infaz merkezine dönüştürüldü. Geriye sadece iktidarın emirlerini yerine getiren yargı kaldı.

Bugün Türkiye’de bu tablo farklı mı?

 

Binlerce hâkim ve savcı bir gecede görevden alındı. Yerlerine, iktidara biat edenler atandı. Yargı bağımsızlığı, anayasa kitapçığında sıkışıp kaldı. Belediye başkanları görevden alınıyor, milletvekilleri, siyasetçiler ve gazeteciler tutuklanıyor. İstanbul Sözleşmesi bir gece yarısı tek imzayla yürürlükten kaldırılıyor. Kadınlar, çocuklar, emekçiler daha savunmasız hale getiriliyor.

Tüm bunlar, 1930’ların “aile birliği” bahanesiyle sosyal hakların yok edilmesini hatırlatmıyor mu?

 

Bugün Türkiye’de bir İmamoğlu, bir Demirtaş, bir Kavala ya da bir Şebnem Korur Fincancı… Hukuk değil, talimatla açılan davalarla susturulmak isteniyor.

Suçları ne? Fikir üretmek, muhalif olmak, konuşmak… ve elbette hatırlamak.

Ama biz unutmuyoruz.

 

Hans Litten öldürüldü, evet. Ama onun mücadelesi yaşıyor. Hukukun ve vicdanın faşizme karşı direnişi olarak. Çünkü adalet bir kez yok olduğunda, toplum da onunla birlikte çöker.

Bugün Türkiye’de hukuk, yalnızca iktidarın değil, hepimizin meselesidir.

 

Uğur Mumcu yıllar önce şöyle demişti:

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.”

Biz artık bilgi sahibiyiz.

Ve şimdi fikir sahibi olma, ses çıkarma, direnme zamanıdır.

 

21. yüzyılda teknoloji, bilim, sanat ilerlerken… faşizm de yöntemlerini yeniledi. Bugünün Türkiye’sinde AKP-MHP ittifakı, dinci ve ırkçı bir ideolojik bağla hareket ediyor. Bu ittifaka BBP, HÜDA PAR ve Yeniden Refah gibi partiler de eklenince, ortaya sadece bir siyasi koalisyon değil; açıkça faşist bir kültürel hegemonya çıkıyor.

 

 

 

Bu hegemonya, Hitler’in Almanyası, Mussolini’nin İtalyası, Franco’nun İspanyası kadar tehlikeli bir tarihsel paralelliğe sahip. Çünkü Türkiye’de devlet eliyle yalnızca muhalif sesler değil, kültürel çeşitlilik de yok edilmeye çalışılıyor.

 

AKP-MHP ittifakı, siyasal İslam’ı bir yönetim biçimi haline getirerek; sanatı, düşünceyi, kadın haklarını, farklı dilleri, azınlıkları, çok kültürlülüğü hedef tahtasına yerleştiriyor. Yasaklanan filmler, tutuklanan sanatçılar, baskı altındaki Kürtçe müzik ve kültür, yok sayılan azınlıklar…

 

Bugün Türkiye’de sanatçılar neden tutuklanıyor? Cevap bile verilmiyor.

Kürtçe tabelalar kaldırılıyor ama Arapça serbest. Kürtçe şarkı söyleyen sokak müzisyenleri cezaevine gönderiliyor. Yurt dışında yaşayan Türkiyeliler bile bu kültürel faşizmin etkisine alınmaya çalışılıyor. Yaşadıkları ülkelerin kültürüne düşmanlaştırılıyorlar, ötekileştiriliyorlar.

 

Bu sadece bir baskı değil, bir kültürel işgal.

Orhan Pamuk’un Nobel ödülü yok sayılıyor. Merve Dizdar’ın Cannes’daki konuşması “terör destekçiliği” olarak görülüyor. Çünkü bu anlayış, ödülleri değil, itaatı ödüllendiriyor. Evrensel değerlere değil, dogmalara bağlı bir kitle yaratma çabası içindeler.

 

Türkiye, bir ada gibi yönetilmek isteniyor. Dünya küçülürken, biz içimize kapanıyoruz.

Ve evet: Bu bir kültür savaşı.

 

Ülkenin çok dilli, çok inançlı, çok sesli yapısı yok edilmek isteniyor.

Üretim kapitalist, ama kültür Orta Çağ.

 

Bu sadece politik bir mücadele değil.

Bu bir medeniyet mücadelesi.

 

Bugün Türkiye’de hukuk, adalet, kültür ve sanat… hepsi bir arada boğulmak isteniyor.

Ama tarih bize gösteriyor…

Baskı uzun sürebilir, ama sonsuz değildir.

Hans Litten’in susturulduğu yerde bile, bir gün adaletin sesi yeniden yükseldi.

O sesi biz yükselteceğiz.

 

 

 

 

 

The post Bir Avukat, Bir Faşist, Bir Ülke… first appeared on Hollanda Haberleri.

Makalenin tamamını oku