Bölüm 1….
“Sandıktan Çıkan Kimlik”: Avrupa’daki Türklerin AKP’ye Yöneliminin Sosyo-Psikolojik Arka Planı
Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli yurttaşların önemli bir bölümü, Türkiye’deki genel seçimlerde — yaşadıkları ülkelerde özgür, demokratik bir ortamda hayat sürmelerine rağmen — otoriter bir iktidarı destekleyen tercihler yapıyor.
Bu durum, yıllardır hem Avrupa kamuoyunun hem Türkiye’deki demokratik çevrelerin kafasında aynı soruyu uyandırıyor:
“Neden Avrupa’daki Türkler AKP’ye oy veriyor?”
Bu sorunun yanıtı ne tek bir cümlede, ne de sadece “dindarlık” ya da “milliyetçilik” gibi yüzeysel etiketlerle açıklanabilir.
Asıl mesele, kimlik, aidiyet ve örgütlenme ekseninde biçimlenen çok katmanlı bir tarihsel süreçtir.
1. Kimlik Bunalımı ve Aidiyet Arayışı
Avrupa’daki Türk toplumu, özellikle Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa gibi ülkelerde 1960’lardan itibaren “geçici işçi” statüsüyle doğdu.
Ancak “geçicilik” kalıcılaştı.
İkinci ve üçüncü kuşak, artık bu toprakların vatandaşı olsa da, hâlâ ne tam anlamıyla Avrupalı, ne de tam anlamıyla Türkiyeli olabildi.
Bu “aradalık hali”, kimlik bunalımını derinleştirdi.
İşte tam bu noktada, Türkiye’den yükselen dini ve milliyetçi söylemler, bu boşluğu dolduran bir kimlik sunmaya başladı:
“Sen Avrupalı olamazsın ama gerçek bir Türk ve Müslümansın.”
AKP, özellikle 2000’li yıllardan sonra bu kimlik söylemini örgütlü bir diaspora siyasetine dönüştürdü.
Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Yunus Emre Enstitüsü’ne, Türkiye Maarif Vakfı’ndan SETA’ya kadar birçok kurum, Avrupa’daki Türk toplumunu ideolojik olarak şekillendirmek üzere yeniden yapılandırıldı.
Sonuç: Dini duyguların siyasallaştığı, milliyetçiliğin kutsal bir kalkan gibi kullanıldığı, eleştirel düşüncenin ise “ihanet” olarak yaftalandığı bir toplumsal atmosfer.
2. Örgütlenmenin İçi Boşaltıldı
Avrupa’daki Türk toplumu, 1980’lerde sendikalarda, yerel meclislerde, sol derneklerde ciddi örgütlenme deneyimleri yaşadı.
Ancak 1990’ların sonundan itibaren bu kurumlar sistematik biçimde marjinalize edildi.
Yeni “dernekler”, “vakıflar” ve “camiler”, görünürde sivil toplum kuruluşu olarak ortaya çıktı ama özünde Türkiye’deki siyasi iktidarın ideolojik uzantısına dönüştürüldü.
Yönetimlere liyakatli değil, itaatkâr insanlar getirildi.
Bu yapıların çoğu, halkın dayanışma ve bilinçlenme çabalarını felç eden “boş kabuklar” haline geldi.
Bugün Avrupa’daki birçok Türk derneği, artık halkın değil, partinin sesidir.
Eğitim, sanat, kadın hakları veya çevre gibi çağdaş konuların yerini “vatan-millet-din” sloganları aldı.
Oysa bu sloganlar, Avrupa’daki Türk toplumunun entegrasyonunu değil, izolasyonunu derinleştirdi.
3. Çağ Dışı Söylemler ve Yeni Yoksunluk
Bu ideolojik atmosfer, Avrupa’daki Türklerin, yaşadıkları ülkelerin sunduğu demokratik hak ve fırsatları kullanamamasına yol açıyor.
Birçok kişi, siyasete katılmıyor, sendikalara üye olmuyor, yerel topluluklarda aktif rol almıyor.
Bunun yerine, Türkiye’den gelen liderlerin ve imamların yönlendirdiği bir “uzaktan aidiyet”e sarılıyor.
Bu durum, bir tür gönüllü marjinallik üretiyor.
Yani, kişi özgür bir ülkede yaşıyor ama zihinsel olarak hâlâ “merkez”in, yani Ankara’nın belirlediği sınırlar içinde kalıyor.
Ve sonuçta, Avrupa’daki Türkler, yaşadıkları ülkelerde ne sosyal ne de kültürel olarak söz sahibi olabiliyor.
Kimi küçük çıkar grupları dışında, topluluk genelinde bir politik edilgenlik hâkim.
Bu edilgenlik, çağdaş değerlerden uzaklaşmayı da beraberinde getiriyor — bilimden sanata, çevreden insan haklarına kadar her alanda…
4. Evrensellikten Uzaklaşma
Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’nun New York’ta BM sahnesinde çalındığında yarattığı etki, aslında bugünün panoramasına ışık tutuyor:
Türk kimliği, evrensel nitelik kazandığında saygı görüyor.
Yunus Emre, yerliydi ama evrenselleşmişti.
Bugünse tam tersi yaşanıyor:
Siyaset, toplumu yerelleştirip daraltıyor, evrenselliği tehlike olarak görüyor.
5. Sonuç: “Avrupa’nın Zencileri” Olma Riski
Uğur Mumcu’nun yıllar önce uyardığı gibi:
“Aşırı dinci ve milliyetçi kuruluşların karşısına çağdaş bir seçenekle çıkılmazsa, gelecek kuşak Anadolu insanı Avrupa’nın zencileri olacaktır.”
Bugün bu uyarı, ürkütücü biçimde gerçekleşiyor.
Avrupa’daki Türk toplumu, çağdaş örgütlenmeden, bilimden, kültürel üretimden koparılıyor.
Kendi dilini, kimliğini korurken aynı zamanda evrensel değerlere sahip çıkabilecek çağdaş bir bilinç yerine, duygusal manipülasyonlarla yönetilen bir kitle haline getiriliyor.
The post Avrupa’daki Türklerin Siyasi ve Kültürel Kısır Döngüsü first appeared on Hollanda Haberleri.