İnsanın varoluşuyla birlikte aşkın öyküsü başlar; bu öykü, kendini yaratana kavuşma anı olan ölümle son bulur. Oysa ölüm, sanıldığı gibi korkulacak bir son değildir. İnsan, bu dünyada kendisine yaşamı armağan eden Yaratıcısına karşı mutlak bir aşk duyar. Bu aşk, bedeninin her zerresine işlemiştir.
Nasıl ki insan doğduğunda, doğumundan önceki yaşamına dair hiçbir bilgisi yoksa; ölümden sonrasına dair de bilgisi yoktur. Bu bilinmezlik içinde yaratıcısına duyduğu sevgi ve bağlılık, sonsuz bir aşka dönüşür.
İnsanın ilk aşkı annesidir. Bu saf ve karşılıksız sevgi, dünyaya getiren kadına duyulan derin bir bağdır. Ardından baba sevgisi, kardeş sevgisi gelir. Zamanla okulda öğretmene duyulan hayranlık, arkadaşlara duyulan yakınlık, aile sevgisi, vatan sevgisi, görev ve meslek aşkıyla devam eder. En nihayetinde karşı cinse duyulan cinsel aşk ile yolculuk farklı bir boyut kazanır.
Filozoflar, aşkı iki temel ilkeye ayırır: biri yırtıcı ya da yıkıcı olan Eros, diğeri sevecen ve yapıcı olan Agape. Her aşk, bu iki uç arasında kurulan dengede anlam kazanır. Sağlıksız aşk, bu dengenin bozulduğu yerde ortaya çıkar. Çılgınlıkta az da olsa bir akıl, aşkta az da olsa bir çılgınlık olacaktır. Agape’nin Eros’a sığınması ya da Eros’un Agape’ye baskın olması zaman zaman doğaldır, fakat dengenin korunması şarttır.
Nazım Hikmet Ran ne güzel söylemiş:
“Aşk, bazen gitmekle kalmak arasında verdiğin en büyük savaştır.
Sevmeyenin aklı, gerçekten sevenin kalbi kazanır bu savaşı.”
İnsan, ömrü boyunca bu “gitmekle kalmak” arasındaki savaşta bir yol seçer. Kim kazanır, kim kaybeder, gelin birlikte düşünelim…
Kazananlar
Kazananlar;
• Vicdanları özgür,
• Aklını kiraya vermeyen,
• Kafasını koruyan,
• İnsanca yaşayabilen,
• Hak etmediği bir şeye el uzatmayan,
• İnsanları üzmemek için özen gösteren,
• Yalan söylemeyen,
• Çocuklarına iyi bir eğitim dışında bir şey vaat etmeyen,
• Alın terinin kutsallığına inanan,
• Paylaşan,
• Karşılıksız sevgiyle dostluklar kuran,
• Adalete inanan ve bu uğurda hassasiyet gösteren insanlardır.
Bu insanlar büyük bir aşkla yaratıcısına kavuşmaktan korkmazlar. Çünkü kalplerinde sevgi, adalet ve vicdan vardır.
Kaybedenler
Kaybedenler;
• Aklını kiraya veren,
• Çıkarı için her şeyi mübah gören,
• Hırsızlık yapan,
• Kadın, çocuk, yaşlı demeden insanlara zarar veren,
• Taciz eden, öldüren,
• Saygı ve sevgiden yoksun kalan,
• Başkalarının malına, canına, eşine göz diken,
• Devlete, millete yalan söyleyen,
• Halkı kandıran,
• Kamu kaynaklarını şahsi çıkarları için kullanan,
• Liyakatsiz insanları kayıran,
• Görevini kötüye kullanan,
• Doğaya ve canlılara zarar veren,
• Adaletten uzak duranlardır.
Bu insanlar için aşk, sadece yakıcı bir ateştir. Ve bu yüzden ölümden en çok onlar korkar. Çünkü içlerinde sevgi değil, korku büyür. Yaratıcısına kavuşmak değil, ondan kaçmak isterler.
Kazananlar için aşk;
“Dokunulmasa da, görülmese de kalpte yer verilir bazısına nedensiz.”
— Cemal Süreya
Ve bir başka güzel söz:
“Ben seni ölene dek seveceğim” boş laf,
“Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim.”
— Can Yücel
Kaybedenler için ise:
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif…
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü…
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin…
Yaşadıklarını kâr sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna…
— Can Yücel
“Hayatın en temiz canlarına kıyıyorsa elleriniz, hepinizin canı cehenneme!”
— Cemal Süreya
“Hiçbir mal sizin değil, neyi bölüşemiyorsunuz?
Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz?”
— Hz. Mevlana
Ve bitirirken, Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözleriyle:
Sevgi varken nefret niye?
Barış varken savaş niye?
Kardeşlik varken didişmek niye?
Dostluk varken düşmanlık niye?
Hoşgörü varken bağnazlık niye?
Özgürlük varken tutsaklık niye?
Adalet varken haksızlık niye?
Dostça selamlarımla,
Kamil Kopuz
Drunen, 08 Nisan 2025
kkopuz53@gmail.com