Bugünkü yazımı, bu acımasız dünyada hayatta kalma mücadelesi veren, açlık sınırı altında yaşayan milyonlara ayırmak zorunda hissettim.
Rahmetli babam, “Oğlum, fakirlik kapılardan uzak tutulması gereken kötülüktür ve bütün kötülüklerin anası odur,” derdi. Yaşım ilerledikçe bu gerçeği hem Türkiye’de hem de diğer yoksul ülkelerde daha net görüyorum.
Yurdumuz Hollanda’da ve Avrupa’da da yoksulluk elbette kısmen var. Ancak sosyal devlet sistemleri olduğundan, yoksulları koruyan çok önemli önlemler de mevcut. Bu nedenle, özellikle anavatanım Türkiye’de, devletin resmi kurumu TÜİK rakamlarında bile 60 milyona yakın insanımızın yoksulluk veya açlık sınırında yaşadığını görmek, üzülmemek, dert etmemek elde değil. Bugün kaçınılmaz olarak bu konuyu ele alıyorum.
Bu tablonun bir de “tuzu kuru” olanları var; yani Türkiye’nin en tepedeki %10’luk, eli yağda balda olan kesimi. Onlar güllük gülistanlıkta yaşarken, bir siyasetçinin utanmazca söylediği gibi, “Allah beni varlıkla sınıyor” diyebiliyor. Onların bu yoksulluktan, açlık sınırından habersiz ve utanma duygusunu yitirmiş oldukları için çok da söz etmeyeceğim. Aslında o ve onun gibi düşünenler şunu söylüyor: “Güçlü olan, bizden olan kazansın; zayıf olan (altta kalan) ne olursa olsun, canı çıksın.”
Bu yaklaşım, genellikle kuralların sert olduğu, az gelişmiş, demokrasisi oturmamış ülkelerde, acımasız ve adaletsiz ortamlarda kendini gösterir. Herkesin sadece kendi çıkarını düşündüğü, ahlaki değerlerini ve adalet duygusunu yitirmiş bu tür toplumlarda, kitleler yoksulu yok sayarak tozpembe hayatlar yaşar. Neyse, onları Allah bildiği gibi etsin, başka bir şey de diyemeyeceğim.
Peki, rakamlara baktığımızda durum nedir? 2025 yılına ait kesin veriler henüz gelmese de, 2024 sonu verileri ve 2025 tahminleri bize çok net bir tablo çiziyor. Ancak hemen uyarayım: Türkiye’deki kronik yüksek enflasyon ve farklı hesaplama yöntemleri nedeniyle Hollanda ile doğrudan kıyas yapmak, elmayla armutu karşılaştırmak gibi yanıltıcı olabilir. Sebebine gelince; bakın, seçimler biteli hükümet hâlâ kurulmadı. Ne insanların geliri yükseldi, ne de durum daha kötüye gitti. Aylar sürecek bu belirsizlikte, belki azınlık hükümeti kurulacak, ancak oturmuş bir sistem olduğu için kim gelirse gelsin temel sorunlar değişmeyecek. Hollanda’daki devletin ve tarafsız kurumların Centraal Bureau voor Statistiek veya tarafsız Centraal Planbureau CPB kurumunun) verileri, genellikle virgülden sonraki bir iki puanlık oynamalar haricinde net ve istikrarlıdır değişik olacaksa da yine ayni oranda yaparlar.
İşte Türkiye ile kıyaslamayı buna benzetiyorum. Hollanda’da olduğu gibi yoksulluk ve açlık, bir ülkenin ortalama gelir düzeyi, sosyal devlet uygulamaları ve alım gücü ile birlikte değerlendirilir hiçbir zaman sebebi ne olursa olsun bu kurumların verilerde oynama yapamaz.
Hollanda’daki tabloya baktığımızda: Enflasyon 2024’te %3.8 civarındaydı, 2025’te ise %3.2’ye düşmüş görünüyor. Buradaki sorun daha çok yüksek kira, enerji ve market fiyatlarından kaynaklanan “geçim sıkıntısı”. Resmi yoksulluk sınırı, tek kişi için net aylık yaklaşık 1.550 Euro. Nüfusun yaklaşık %5.2’si bu sınırın altında. “Açlık sınırı” resmi bir istatistik değil; nüfusun %1’inden azı gıda bankalarına başvuruyor. Yukarıda bahsettiğim güçlü sosyal güvenlik ağı, vatandaşlarını açlıktan büyük ölçüde koruyor.
Anavatanımız Türkiye’deki tablo ise çok daha ağır. TÜİK’e göre 2024 enflasyonu %65-70, ENAG verilerine göre ise %120-130 bandındaydı. 2025 için TÜİK %30-40 bandını hedefliyor. Uluslararası kurumlardan IMF (World Economic Outlook), Türkiye’nin 2025 yılı ortalama enflasyon tahminini %40-54 olarak açıklarken, bağımsız ENAG ise %56.82 bandında açıkladı. Halk, bu verilerin bu kadar farklı olmasını anlamamakla birlikte, hangi rakamı verirlerse versinler, devletin kurumlarına olan inancını yitirmiş durumda. Çarşıda pazarda, cüzdanındaki paranın eridiğini ve yandığını görüyor.
Geçim sıkıntısı çok daha yaygın ve derin. Birkaç gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki 2026 Plan ve Bütçe açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, “Ülkemizde kişi başı milli gelir 17.748 dolar (754.290 TL, aylık 62.857 TL)” diyerek tüm ezberleri bozan bir açıklama yaptı. Halk elbette soruyor: “Şu 60 milyon yoksulluk ve açlık sınırındaki emekli, asgari ücretli, dar gelirli fakir fukara var ya, peki bu para nerede?” Aklıma Şener Şen ile Kemal Sunal’ın meşhur Kibar Feyzofilmi geldi: “Ağam, bizle eğleniyor.”
Tabii ki değildir diye düşünüyorum; şakayı andıran bir ifade olmuş bence. Çarşıda pazarda resmi bir “yoksulluk sınırı” açıklanmıyor. Türk-İş’in Aralık 2024 verilerine göre, dört kişilik bir aile için açlık sınırı (sadece gıda) 25.000 TL, yoksulluk sınırı (tüm temel ihtiyaçlar) ise 85.000 TL civarında. Durum içler acısı. Yöneticilerin bu soruna çözüm bulacağına, enflasyonu rakamlarla ve kelime oyunlarıyla yok saymaları ise ayrı bir sosyolojik, psikolojik, siyasi ve ahlaki sorun. Neyse, bu konuyu başka zaman yazarız.
2025 başında net asgari ücretin yaklaşık 22.000 TL (yıllık 264.000 TL) olduğunu düşünürsek, Cevdet Bey’in söylediği 17.748 dolardan (yıllık) yola çıkarak aylık 62.857 TL’lik bir kişi başı gelirden bahsediyoruz. Bu rakamları yan yana koyduğumuzda asgari ücretlinin yıllık geliri yaklaşık 6.211 dolar ediyor. Aradaki 11.500 dolarlık (yaklaşık 488.750 TL) fark, rakamların ne anlama geldiğini ortaya koyuyor: Asgari ücret, dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcamasını (açlık sınırını) bile zor karşılıyor. Bu soruna bir an evvel çözüm bulunması gerekiyor.
Yoksa TÜİK hangi rakamı verse versin veya hükümet hangi kelime oyunuyla günü kurtarmak istese de, halk bunu acı şekilde yoksulluk içinde yaşayarak yanlış olduğunu söyler ve çözüm ister. Türkiye’de vicdanı olan herkes görür ki, gıdaya erişimde ciddi zorluk yaşayan, temel besinlere ulaşamayan geniş bir kesim var.
Yazımı toparlarsam, özetle: Hollanda’da sorun, yüksek maliyetli yaşamda savunmasız grupların zorlanmasıdır. Sosyal devlet anlayışı, vatandaşlarını yoksulluktan ve açlıktan korur.
Türkiye’de ise sorun yapısal ve çok daha derindir. Yüksek enflasyon, alım gücündeki çöküş ve sosyal koruma ağlarının yetersizliği, nüfusun çok büyük bir bölümünü yoksulluk ve açlık tehlikesiyle baş başa bırakmaktadır. Yöneticiler çarşıdan pazardan bihaber, feryat eden 60 milyona kulak tıkamış, ne varsa geri kalan %10’un şatafatlı, tozpembe hayatını sürdürmesine odaklanmış durumda.
Yani anlayacağınız, “Altta kalanın canı çıksın” anlayışı, bu tabloyu görmezden gelmenin, hatta meşrulaştırmanın acımasız bir ifadesidir. Halk üzerindeki yükü kepçeyle alıp kaşıkla geri verme, “sana lütfettim” mantığı hâkim. Oysa bir toplumun medeniyet seviyesi, en alttakilerin durumuyla ölçülür. Rakamlar bize, kimin ne kadar “altta” kaldığını ve bu anlayışın gerçekte kime hizmet ettiğini tüm çıplaklığıyla gösteriyor.
Sevgiyle, saygıyla ve vicdanınızı, aklınızı yitirmeden kalın
The post Altta Kalanın Canı Çıksın first appeared on Hollanda Haberleri.

4 saat önce
26












Dutch (NL) ·
Turkish (TR) ·